“biz bu halkı sevdik
ve bu ülkeyi.
işte bağışlanmaz
korkunç suçumuz...”
Bizim için hayatlarını ortaya koyan, ölürken,” kızlarım küçük ,onları korursunuz ,değil mi”, diyen doktor. Ve “biz onlara baktık, onlar kendini korumadı” diyen vali!
Salgına rağmen çalışmak zorunda kalan milyonlar…Çalışamayan milyonlar.. İşlerini kaybetmek korkusu yaşayanlar…Hastalanma korkusunun önüne geçmiş yoksulluk korkusu … İşlerini kaybeden milyonlar... Evlerde nasıl geçer günler ekmek yoksa, nasıl avutulur çocuklar!..
Freud'un kızına yazdığı mektupta, "Sevgili Anna, en güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre; sırtını dayadığın bir nesne birdenbire giderse sen de o yöne doğru devrilirsin. Yani bunun güçsüzlükle alakası yok."dediği gibi . İçerden çıkıp çocuğunu öldüren babalar. Adi suçluların affedildiği, düşünenlerin tutsak edildiği adalet!..
Sokağa çıkmak yasakları içinde evlere sığmak zorunda olan karantina günleri…”Kolay değildir; uğruna her şeyinizi verdiğiniz insana yabancı gibi bakmak.“
Melih Cevdet Anday’ın
“Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam…
Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerede olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam…” dediği gibi halet-i ruhiyemiz...
“Geçmeyecek sanılan her derdin bir dermanı, bitmeyecek sanılan her yolun bir sonu var. Sadece biraz akıl, sabır, inanç ve umuda ihtiyaç var..”
“Yoksulluğa alıştım, ihtiyarlığa alışamadım..” demişti Tanpınar.
“Her insan bir aşk'tır.. Kendini kaybeden aşk'ı kaybeder..” diyor Nesrin arkadaş…
“Açar mı yeniden gönlümüzün çiçekleri?” Elbette açar.
İnsanın olduğu yerde her zaman umut da var!..