-3-
Cola, Adidas, Bluejean, Rak-Rok-Pop merakıyla unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi Türküleri Bozlakları Halk Oyunlarını, Destanları, Hikâyelerimizi.
Sonra 80’de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar, tutuklananlar, göz altına alınanlar akıl almaz işkencelere uğrayanlar, bedenlerini, ruhlarını kaybedenler, yeni idamlara haksızlıklara şahit olanlar.
Gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler.
Bu öykü sizin.
Ulusal değerlere biz sahip çıktık.
İstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçe'den biz denize döktük.
Bağımsızlık sevdalısı vatansever gençlerdik.
ÖSS’yi bilmezdik ama, gece en son 23.00 de radyodan puanları dinler erken davranmak için otobüslerle geceden yola çıkardık.
Eğitimin çilesini de biz çektik.
Ülkesini ölesiye seven de bizdik.
Erkeklerde İspanyol paça pantolonlar, geniş gösterişli kravatlar, uzun saç ve favoriler, siyasi görüşe uygun, yukarı-aşağı, kalın bıyıklar.
Deri çizmeler, asker postalları, parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar, arka cepte ince dişli taraklar, yuvarlak aynalar.
Gömlek ceplerinde Gelincik, Bafra sigaraları.
Kızlarımızda lüle lüle saçlar, allıklar, küpeler.
Her genç kızın rüyası!..
Zetina dikiş makinası reklâmları
İnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar, döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler, doğal güzellikler, tabii kokular, masumane bakışlar.
Kınalı eller, ahh...ah o ince beller...
Biz anne-baba sözü de dinlerdik.
Çoğumuz görücü usulü ile evlendik.
Kim ne derse desin, hâlâ devam eden çok mutlu evlilikler kurduk.
Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik.
Leylâ'yı bilir, Mecnun'u anlardık.
Bizim ne unutulmaz aşklarımız vardı.
Mevsim mevsim yaşadık duygularımızı şarkılarda sever, şarkılarda ayrılırdık.
Bizim mektuplarımız renkli kâğıtlara yazılmış kendi el yazımızla, göz yaşı dökülmüş, aşk mektupları, asker mektupları, gül kokulu, duygu dolu, gözyaşlarıyla ıslanmış, içinde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi taşıyan mektuplar...
Ahh...
Biz neydik ne değildik.
Romanlara konu hayatların sahibiydik.
Biz o yıllarda iyi ki vardık.
Bütün olumsuzluklara rağmen mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik.
Biz 2000'li yıllarda yine varız.
Biz 60’larda çocuk, biz 70'lerde gençtik, biz 80'lerde ihtilâli, biz 90'larda ekonomik krizleri bir kez daha yaşayanlarız.
Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21. Asrı yaşıyoruz.
Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu Süper market, mp 3 çalar, dizüstüler, plâzmalar
artık o kokulu, duygu dolu uzun mektuplar yok.
Aşklar yok oldu, duygular kısaldı, sembol oldu.
Gençlerin iletilerinde ''nbr'', ''by'', "slm'' kısaltmaları.
Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları.
Nerede meyvasını elimizle topladığımız ağaçlar?
Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar...
Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar, vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar, nerede utangaç al yanaklı kızlar?
Saflık, doğallık, bağlılık nerde?
Bu nedenle çocukluğumu özlüyorum.
El yapması oyuncaklarımı, uçurtmamı, yaralı dizimi, annemin ninnisini, kâğıt helvayı, bakkalın sakızını, bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum.
Ya şimdiki çocuklar!..
Çoğu internet başındalar, Fesfutlarda süper menülerle beslenerek, bilmem hangi yabancı müziği indirip dinliyorlar.
Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmış çoğu kilolu, renkleri uçuk, dişleri bozuk teknoloji çağını yaşıyorlar.
Artık 20. asır gerilerde kaldı.
Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk.
Ne badireler atlattık, yıkılmadık ayakta kaldık.
Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı, bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz.
Olsun iyi ki o yılları gördük, o hayatları yaşadık.
Pişmanlık mı asla!..
Sadece o doludizgin unutulmaz yılları
Özlüyoruz...
Verseler aynı hayatları yeni baştan
Büyük bir keyifle yaşamak isteriz.
İşte!.. Bu bizim hikâyemiz...
(Tülay Erge’den alıntı)