Yaşım 17-18, araba kullanmaya heves ettim. Bir yanım istekli, bir yanım korkar hâlde geçtim direksiyonun başına, yanımda da babam.
Pek kimsenin olmadığı yollarda deneme sürüşü yapıyorum, yapılabilecek bütün hataları yapa yapa…
Babamın olmadığı zamanlarda abime yalvarıyorum “Öğretin bana araba kullanmayı” diye…
Her şey yeni başlamıştı, fırsat buldukça deneme sürüşleri yapıyorduk, bazen başarıyor, çoğu kez başaramıyordum ama zamanla olurdu, biliyordum.
Bir akşam bir düğüne gittik, bir akrabanın düğünü.
Çocukluğumdan beri vardır bende, çok kalabalıkta duramam ben daralırım, sakin yer ararım, yine öyle yaptık.
Salonun dışında gözleme yapan bir satıcının yanına gittik ve düğünü falan bırakıp oturduk gözleme yedik.
Yanımıza yavru kediler geldi, onlara da verdik.
Aradan biraz zaman geçti ve düğün bitti, herkes arabalarına doğru giderken, uzaklaşan arabalar ardında canımdan can götürecek görüntüler bıraktı.
Kimseyi suçlayamam, araç sahipleri de görmemişti kedilerin arabaların motor bölümlerine girdiğini, biz de…
Görsem müdahale etmez miydim ah!?
Birine üzülürken diğeri oldu, ona üzülürken ötekinin çırpınışına şahit oldum.
Her şey bir anda oldu ve kontrol edemedik.
Bir saat kadar önce ellerimle beslediğim 3 yavru kedinin son nefeslerini verirken çırpınışlarını gördüm, ağladım, ben de onlarla beraber çırpındım.
O akşam gözlerim sahiden de kan çanağı olana kadar ağladım, ertesi gece yine, sonraki gece yine ve sonra dedim ki; “Ben hiçbir canın sebebi olamam.”
O zamanlarda vazgeçtim o çok heves ettiğim, hayalim olan arabadan, ehliyetten…
Sandım ki zamanla alışırım.
Öyle olmadı, daha da ilerledi, araba fobisi başladı…
Arabanın ön yan koltuğunda bile oturamaz oldum, arka koltukta camlardan dışarıya bakamıyordum, sürekli ya arabanın içine bakıyor ya da kafamı telefona gömüyordum yol bitene kadar…
Her an yola bir can fırlayacak ve yanlışlıkla çarpıp ölümüne neden olacağız korkusuyla yaşadım hep.
Yani yıllarca hem arabaları çok seven, hem de çok korkan biri oluverdim.
Aradan neredeyse 10 yıl geçti ve ben bakış açımı değiştirdim.
-Zarar veririm- düşüncesini, istemeden oluşabilecek zarar durumunda ya da bir başkası tarafından zarara uğramış ama öylece bırakılmış cana yardımım dokunur olarak değiştirdim ve yıllar sonra yeniden şoför koltuğuna geçip ehliyeti aldım.
Ben kendi içimde böylesi savaş verirken, şimdilerde ardı arkası kesilmeyen korkunç vahşetleri görmek ve bırakın caydırıcı cezayı, ödüllendirircesine cesaretlendiren bu katliamları gördükçe etrafımdaki herkesi sorguluyorum.
Derdiniz gerçekten çocuklarsa sokaktaki köpekten değil, o köpekleri türlü işkencelerle yok etmeye çalışanlardan korkun şimdi.
Belki de her gün selam verip, aynı sofraya oturduğunuz, gayet soğukkanlılıkla katliam yapabilen katillerden…
Ve iki gün önce yine bu olaylardan cesaret alıp, iki masum yavru kediyi acımasızca katleden, genç-yaşlı ayırt etmeyen ölüme yaşlılığından dolayı her geçen gün daha da yakın olan ama öldüğünde o aldığı canların hesabını vermeyecekmiş gibi yaşayan şahıs; güç gösterisi yaptığın iki masumun ahı ömrüne dolanmıştır.
Bir yanda tüm bu olanlardan psikolojik ve ruhsal olarak çökmek üzere olan halk, (ekonomi kısmına değinmiyorum bile) bir yanda bilinçli bir şekilde bu kötülüğü yapmaya devam eden topluluk.
İyilik ve kötülük bir tercih meselesidir ve herkesin tercih ettiği yolda, yaptıklarının karşılığını fazlasıyla alması dileğimdir…