Ben her 10 Kasım günü 1950’li yıllarda ilkokulda okurken öğrendiğin bir marşı tekrarların.
Dün de yaptım bunu.
“Atatürk ölmedi kalbimizde yaşıyor.”
O nedenle dün ağlamadım.
Çünkü gidenin arkasından ağlanır derler.
Oysa Atatürk hiç gitmedi ki.
Yaptığı savaşlardan bahsetmeyeceğim.
Saraylarda oturup korumalar ordusuyla gezmeden, halktan korkmayan, halk adamı olduğunun örneklerinden bahsedeceğim.
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü.
Yüzünün rengi bakıra dönmüş, eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu.
O'na sordu:Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı.
Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi.
Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti.
Silahımızı elimizden aldı.
Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim?
Mustafa Kemal Atatürk, erin omzuna elini koydu:
Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.
XXX XXX XXX
Bir tarihte Eskişehir’i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu.
Salih Bozok'a; Bu çınarları hatırlıyorum... Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü!...
Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; arabadan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince "Gazi" pek memnun oldu.
Yaşlı kahveciye sordu:
Adın ne?...
Yusuf!...
Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?...
Nasıl hatırlamam, paşam?... Maiyetinde çavuştum!...
Maiyetimde mi?...
Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!...
Hep emrinde savaştık.
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; Gazi Yusuf
Çavuş!... deyince, eski asker el bağladı:
Estağfurullah, paşam!... Gazi sizsiniz!...
Rütbe başka... Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de "Gazi"yiz!...
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfünü göstererek, ilave etti:
Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!...
Şerefte daim ol paşam!...
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:
Allahaısmarladık, silah arkadaşım!...
XXX XXX XXX
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu.
Durumu Atatürk'e arz ettiler. "Mahkemeye veriyoruz" dediler. "Size küfür etmiş."
Atatürk sordu: "Ben ne yapmışım ki ona?"
Evrakı tetkik edenler açıkladılar: "Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan."
Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir.
Atatürk sormuş: "Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?"
"Hayır."
"Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş.
Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!"
XXX XXX XXX
Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
Bu köşk kimin?
Kirkor'un...
Ya şu koca bina?
Yargo'nun
Ya şu?
Salomon'un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz?
Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur:Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boylarında, Balkanlar’da,
Arnavutluk Dağları’nda, Kafkaslarda, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...
Atatürk bu hatırasını naklederken:
Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu.