Biz bireyler, bir toplumun içinde yaşadığımız zaman eksiklerimiz ve fazlalarımız ortaya çıkıyor. Bunlar da bizim toplumda nasıl birer “Adam” olduğumuzun ölçüsünü oluşturuyor. Eğer fazlalarımız, eksiklerimizden daha çok ise bize “İyi İnsan” diyorlar.
Bunun ters i ise de “Kötü İnsan” diye adlandırıyorlar.
Kim bu adlandıranlar?
Küçüğümüz, büyüğümüz, akranımız, eşimiz dostumuz. Kısaca çevremiz.
Eleştiren mi istersiniz, akıl veren mi?
“Ben olsaydım” diye başlayıp mesleğimizi öğreten mi?
Hepsinden bizim de çevremizde var. Çünkü biz gazeteciler de toplumla iç içe yaşamak zorundayız.
Özellikle gazetelerin çok okunduğu dönemlerde, siyasetin yoğun olduğu zamanlarda çevremiz daha da ön plana çıkıyor.
“Bırakın şu siyaseti kardeşim, insanların karnı aç neden haber yapmıyorsunuz?”
Benzeri yüzlerce soru ve istek.
Yani sizin anlayacağınız çevremizde sıkı mı sıkı bir sansür arzusu.
Bir de kendi içimizdeki oto sansür.
Çevreden yükselen başka sesler de var:
Ülkemizde gerçekleri kim duyuracak?
Toplumu oluşturan bireyler gerçeği mi öğrenmek istiyor, yoksa duymak istediklerini mi?
Siz ne dersiniz?
BAYKAL SAMSUN’DAN GEÇTİ
CHP eski genel başkanlarından Deniz Baykal Referandum çalışmalarına katılmak için
Samsun’a geldi ve esnaflarla görüştü.
Çok da önemli olduğuna inandığım bir açıklamada bulundu:
2010’da Hayır çıksaydı 15 temmuz yaşanmazdı.
Buyurun bir çocuğumuz daha oldu şimdi.
Baykal ne demek istedi acaba?
2010’da Türkiye’yi yönetenlere mi gönderme yaptı?
Türkiye’yi yönetenlerin şimdi yeni Anayasa oylaması sonucu evet çıkması halinde yasalardan kurtulacaklarını mı üstü kapalı ima etti.
Öyle ya, yeni anayasa değişikliğiyle hesap soran bir tek kişi olacak. O da Başkan.
Ya hesap verenler?
80 milyon Türkiye.
İnsanlar hep hesap yapıyor zaten, pazardı, çarşıydı fiyatların tamamıydı, alınan maaş bir türlü denkleşmiyor.
Sahi şu başkanlık sisteminin çarşıya pazara nasıl yansıyacağını, emekli dul ve yetimlerin, işçi sınıfının geçimlerini nasıl sağlayacaklarını neden anlatmıyorlar bir türlü.
KORKUYU ÜZERİNDEN ATINCA
Samsunspor ikinci yabancı saha karşılaşmasını da kazanınca korku tünelinden çıkar gibi oldu.
Bu moralle de işlerin düzeleceğine inananlar arttı.
Hep söyleyip duruyorum; Samsunspor’un en büyük futbolcusu oyundan hiç düşmeyen taraftarı.
İçeride, dışarıda azim ve sabırla takımlarını destekliyorlar.
Burada şimdi; Samsunspor’un Altınordu deplasmanında oyun düzeni şöyleydi, gol kaçırdı, takımın üzerine zaman zaman gidemedi diye ahkam kesmek istemiyorum.
Ben de Samsunspor taraftarı gibi bu haftanın tadını çıkarmak istiyorum.
Samsunspor beni, artık kırmızı beyaz siyahlı takımın içeride veya dışarıda puan alamayacağı düşüncesinden kurtardı.
Umarım futbolcular da bu psikolojik baskıdan kurtulmuşlardır.
Bunun adı bir oyundur.
O nedenle de kaybetmek de vardır kazanmak da.
Bir takım asıl ne zaman kaybeder biliyor musunuz?
Kazanma arzusu olmayınca kaybeder.
Çünkü bu arzu ve istek yitirilince sahadaki hareketler, top alıp vermeler, pres yapma, koşma, arkadaşa yardımcı olma istekleri azalır.
Kısaca konsantrasyon bozulur.
O zaman da yapılacak hiçbir şey kalmaz.
Yalanı hiç sevmem. Bu takım sezon başında bana umut vermemişti.
Şimdi ise umudum yerine geldi ve isteklerim fazlalaştı.
Samsunspor sezon sonunda fikstürdeki yerini alabilecek güçte ve inançtadır.
Dipte kalma korkusu atılmış, gözler yukarılara çevrilmiştir.
Aklını ve gözünü kimse yukarıdan almamalıdır.
Bunda bu şehrin medyası, bu takımın taraftarı, futbolcusu, yöneticisi, kısaca Samsun da vardır.
Haydi yukarı, hep yukarı bakalım.
Biz gazeteciler eleştirirken, taraftar tribünde, biraz daha pozitif olalım.
Tabi Samsun’un yönetenler ve Samsunspor yöneticileri de bu arada üzerlerine düşeni yapmalıdır.?