Türkiye kaygan zeminde; demokratik yönetimle totaliter yönetim arasındaki ince çizgide yol alıyor. Tehlikenin kimse farkında değil; ‘Tebliğciler’ gazino pavyonlarda programı kesiyor tebliğde bulunuyor, taraftar topluyor.
Diğer taraftan Yargıtay tarafından terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen ‘Hizb-ut Tahrir’ Ankara’nın göbeği başta olmak üzere birçok ilde ‘Toplumsal çöküş, sorunlar ve çözüm’ başlıklı ve ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ sloganıyla konferanslar düzenliyor ve adeta ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ diyerek tehlikeye dikkat çekiyor. Devletin imkan ve kaynaklarından yararlanan yüzlerce cemaat ve vakıf bu yönde faaliyet gösteriyor.
‘Bir şey olmaz’ diyenler başta İran olmak üzere sadece bir şey değil; çok değişen ülkelerin tarihlerini incelesin. Sebepsiz; şartları oluşturulmamış güven cehaletten kaynaklanır. Cehaletten cesarete bir adım vardır, cahiller başlarına ne geleceğini bilemedikleri, tehlikenin farkında olmadıkları için cesur olurlar.
Totaliter rejimleri diğerlerinden ayıran farklardan birisi demokratik rejimin terminolojisini; demokrasiyi, özgürlükleri araç olarak kullanır geldiklerinde ortadan kaldırırlar. Sıfatları cumhuriyettir, ancak cumhuriyetin değerlerinden hiçbirinin yaşama hakkı yoktur.
Lenin 1917’de Komünizm’i iyi anlattığı için değil; zamanın Rusya’sında mal ve can emniyeti kalmadığı için halk ‘Ne gelirse gelsin, bundan kötü olamaz’ diyerek Lenin’e destek verdi.
Bugün Türkiye’de de orta sınıf elindekini kaybediyor ve halk fakirlikte eşitleniyor. Aynı Komünist ülkelerde her şeyin Polit Büro ve Komünist partisine ait olduğu gibi; Türkiye’de para ve mal belirli kesimlerde toplanıyor. George Orwel ‘Hayvanlar çiftliği’ kitabında ‘Bütün hayvanlar eşittir, ancak domuzlar daha eşittir diyerek konuyu özetlemişti.
Komünizm’in kendi değerlerini kullandığı bir alanda din; Karl Marx’ın ‘Din afyondur’ sözü de Türkiye’de hayata geçirildi. Din deyince İslam. İslam deyince hak, adalet ve barış akla gelirken, Türkiye’de din deyince çocuk tecavüzü, yağma, talan, haklının hakkını, haksızın cezasını almadığı bir düzen akla geliyor.
Sabahleyin okula, işe giden ya kör bir kurşunun ya trafik magandasının kurbanı oluyor ya da bir sapığın saldırısı hayatını kaybediyor eve sağ dönemiyor.
Yüzme bilmediği halde göle, akarsuya, denize girerek boğulanlar, yanlış şofben kullanımından zehirlenenler, iş kazalarından, yanlış ilaçlardan ölenler; sözün kısası; eğitimsizlik cehaletten kaynaklanan, dikkatsizlik, tedbirsizlik, meslekte acemilik ve benzeri nedenlerle yılda yüz binden fazla insan vakti erişmeden ölüyor.
Yasalara saygılı, ahlak kurallarına uyanlar için ülke cehenneme dönerken, suçlular için adeta cennete dönüyor. Dünyanın farklı yerlerindeki suç örgütleri cezasızlığın hüküm sürdüğü Türkiye’ye koşuyor.
Laik, demokratik cumhuriyetten uzaklaşıldığı için başımıza gelenlerin sebebinin ‘Laik, demokratik’ düzen olduğu halka dayatılıyor ve felaket kurtuluş reçetesi olarak gösteriliyor. Laik, demokratik, cumhuriyetten geriye bir şey kalmış gibi kurtuluş yolu olarak Allah (cc)’ın emir ve yasaklarına tamamen ters dini diktatörlükler; Şanı Yüce Allah’ın emirleriymiş gibi tavsiye ediliyor.
Malından sonra canını da kaybetmeye başlayan halka; Lenin döneminde Rusya’da olduğu gibi ‘Ne gelirse gelsin, bundan daha iyidir’ dedirterek istedikleri düzene geçmeye çalışıyorlar. Halk göremez, görmez, sözde aydın ve muhalefet görse de görmemezlikten gelirse; akla gelmeyen başa gelir. Vatandaş siyasilere siyasiler vatandaşa güvense de kimse tehlikenin farkında değil.