Necip Fazıl Kısa Kürek’in dönemin Başbakanı Adnan Menderes’ten maddi yardım istediğine dair mektubu yayınlanınca Fazıl’ın geçmişi ve özel hayatı da gündeme geldi. Batılı edebiyat otoriteleri Türkiye’nin yetiştirdiği iki büyük şair; Necip Fazıl Kısakürek’in sağa, Nazım Hikmet’in de sola angaje olduğu ve böylece toplumun tümü tarafından yeterince benimsenmediğine vurgu yapıyorlar.
Şair, yazar ve sanatçıların bir fikre angaje olmaları sanatçılıklarının gereğidir. Bu yönleriyle benimsenirler veya eleştirilirler. Ancak özel hayatları sadece onları ilgilendirir. Özel hayatlarıyla eleştirilmeleri, özel hayatın dokunulmazlığına da aykırı olup haksızlıktır.
Peygamber Efendimiz (SV) bile her yaptığının sünnet olarak algılanmaması için, ‘Bu yaptığım herkes tarafından yapılması gereken bir uygulama değildir. Benim tercihimdir’ diyerek kişilerin özel davranışlarına vurgu yapmıştır.
Necip F.K. kendisi de hayatının iki döneme ayırırdı. Karanlık ve aydınlık dönem olarak. Karanlık dönemini örnek gösterilerek N.Fazıl’a karşı karalama kampanyası yürütülüyor. Ben 1970’li yılların ortalarında rahmetli N.F.K.’le tanıştım. Konferans için kendileriyle görüştük. Severek kabul etti. Ankara Maltepe’de bir gazinoda konferans verdi. İlgi müthişti. Polis konuşmalarını kaydediyordu. Bundan çok rahatsızdı. Siyasete girmeyi düşünüyordu. 'Milli Görüşçülerle Ülkücüler arasında düşmanlık var. Milli Görüş’ü motive etmek için onların arasında siyasete girmek ve polis takibinden kurtulmak istiyorum’ dedi. Dışarıda kalarak duruma müdahale edemiyorum. İçeri girerek duruma müdahale edeceğini, Ülkücülerle Milli Görüşçüler arasında arabuluculuk yapacağını söyledi. Zamanın MSP’sine girdi. Kısa süre sonra dışarıdan göründükleri gibi olmadıklarını söyleyerek, istifa edip ayrıldı.
Nazım Hikmet özel halatıyla değil; siyasi hayatıyla eleştirildi. Eleştiriler şairliğine değil, Komünizmi savunmasınaydı. İnsanların özel hayatlarını eleştirmek ne kadar yanlışsa, siyasi düşüncelerini eleştirmek o kadar haklıdır.
Dindarlaşmak mı, darlaşmak mı
Fethullah Güleninden Adan Oktar’ına, Cübbelisinden Çarşaflısına, B.Bayraklısından Y.N.Öztürküne her TV kanalında, her radyoda, birçok gazetede ilahiyatçı, din sosyologu, imam, vaiz, müftü din anlatıyor. Toplum dindarlaşıyor mu, darlaşıyor mu?
TV yarışma programı, eşler yarışıyor, koca esnek bir ipi gerecek ama geremiyor, bayan kocasını motive etmek için kocasına ‘Çok kısa; mini bir etek giyiyorum, herkes her tarafımı, her yerimi görüyor’ diyor. Bir başka kadın ise aynı durumda kocasına, ‘Beni başkalarıyla düşün’ diyor, düşünmenin zaman zaman gerçeğinden de kötü olduğunu hiç aklına getirmiyor... Bir başka yarışmada yarışmacılar kazandıkları 72 bin lirayı aralarında paylaşacakların söyledikleri halde, 30 yaşlarındaki erkek yarışmacı, birlikte yarıştığı kıza yarışmada kazandıkları parayı butona basıp almayacağına dair Kuran üzerine yemin ettiği, ‘Kur’an çarpsın butona basmayacağım’ dediği halde. Butona basıyor ve parayı tek başına alıyor. Yarışmacının annesi ‘Benim oğlum akıllıdır’ derken, kız yarışmacı ‘Kuran üzerine yemin ettin, ben sana güvendim, keşke Kuran’ı alet etmeseydin’ diyor. Genç ne dese beğenirsiniz, ‘tam da onun için, öyle yemin ettim, senin güvenini sağlamak için’ diyor. Neyse ki sosyal medya üzerinden yapılan eleştirilere daha fazla dayanamayan yarışmacı parayı paylaşacağını söyledi.
Dünya değerler araştırmasında; Kuzey Avrupa ülkelerinde her 100 kişide 80 kişi birbirine güvenirken, Türkiye'de her 100 kişide ancak 10 kişi birbirine güveniyor. Para için din, namus feda ediliyor. Bu dindarlaşma mı, darlaşma mı?