Irak’ta Türklerin yoğun olduğu Kerkük v.b. yerlerde Barzani’nin peşmergeleri ve Irak Merkezi Yönetiminin Arap askerleri iyi kötü denge unsuru oluşturuyordu. IŞİD’in Musul’u işgalinden sonra Irak kuvvetleri Kerkük’ü de peşmergelere terk ederek gitti. Irak’ta tek silahsız unsur Türkler, ya peşmergelere ya da IŞİD’e teslim olacak. ABD güçleri de Iraktan ayrıldığına göre; bölgede ki Türklerin mal ve can emniyetini korumak amacıyla uluslar arası sözleşmelere dayandırılarak Türkiye’nin Kerkük’e kadar uzanan bölgeye Kıbrıs’takine benzer müdahale hakkı doğdu. Bu hak bugün sıcağı sıcağına kullanılmazsa daha sonra hiç kullanılamaz. Mora ve Girit’in Yunanistan’a bir daha geri alınamayacak şekilde devredildiği gibi burada da Türkler büyük bir soykırıma tabi tutulacak, Türkiye’ye göçe zorlanacak. Katliam başlamadan müdahale edilmeli, daha ilerde katliamlar seyredilecek, müdahaleye izin verilmeyecek. ABD’nin kukla yönetim oluşturması için NATO’yla yapılacak hava saldırıları mevcut durumu peşmergeler lehine çevirecektir ki bu da Türklerin sonu olur.
Bu duruma nasıl gelindi?
Türkiye’nin Musul konsolosluğuna baskın yapılmadan iki hafta önce Konsolosluk yetkilileri Türk ve yabancı istihbaratçılar, Irak hükümeti ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)’ne yakın kaynaklar tarafından Konsolosluk uyarıldı. Personel yakınlarının önemli bir bölümü tahliye edildi, kalanlar Başkonsoloslukta ikamet etmeye başladı, kriptolar, gizliliği kritik belgeler imha edildi.
Konsolosluğun boşaltma ısrarlarına rağmen, IŞİD’in Başkonsolosluğa yönelik tehdit olup olmayacağı konusunda bir analiz sıkıntısı yaşayan Ankara’dan Başkonsolosluğa zamanında ‘Tahliye edin’ talimatı gitmedi.
Bölgeden gelen bilgilerle Ankara’nın bilgileri örtüşmüyordu. Türkiye’nin, IŞİD’e katkılarını göz önünde bulunduran Ankara tahliye kararı vermekte gecikti.
Ankara’ya göre Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olan, Irak’tan Filistin’e kadar uzanan IŞİD’in Türkiye’yi hedef alması bir tarafa Türkiye’nin bölgede elini güçlendirecek; görüşmelerini ve bağlantılarını Musul Konsolosluğumuz, dolayısıyla Ahmet Davutoğlu üzerinden yapacaktı. Ankara’nın hesabı Musul’a uymadı. Nankörler her şeyin fiyatını bilir, ama değerini bilmez. İlişkilerde dostluklar mezara kadar değil, işin bittiği pazara kadardır.
IŞİD, Ankara’nın ABD’siz bir şey yapmayacağını bildiği için Türkiye ile ilişkilerini sınırlı ve temkinli tutarak, kendi işini kendi yapmaya karar vermesine rağmen, Ankara bunu bir türlü anlayamadı ve tahliye kararı vermemdi.
Tahliye kararını vermek, yerel polis ve askerin çekilmesinden iki hafta sonra, baskından bir gün önce; yani 11 Haziran Salı günü Başkonsolos Öztürk Yılmaz’a bırakıldı. Aynı gün, daha önce kentteki Türk varlığıyla bir sorunları olmadığı mesajını veren IŞİD’den olumsuz mesajlar gelmeye başladı. Tahliye şart oldu, ancak geç kalınmıştı, IŞİD kenti tamamen kontrol altına almıştı ve Türkiye’den destek almadan güvenli tahliye ihtimali kalmamıştı. O saatten sonra Konsolosluk dışına çıkmak içerde yakalanmaktan daha tehlikeli olmuştu. Aileleriyle birlikte 19 Konsolosluk personeli ve güvenlikten sorumlu 30 özel harekat polisi Konsoloslukta kaderine terk edildi.
Sırbistan’dan Çeçenistan’a, Bosna’dan Basra’ya, Afganistan’dan Pakistan’a kadar onlarca ülkeden deneyimli savaşçılardan oluşan 10 bin kişilik IŞİD birlikleri hiçbir direnişle karşılaşmadan Musul’u da Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğunu da işgal etti ve tüm personel ve ailelerini meçhul bir yere götürdü.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ‘Böyle şeyler olur, daha önce de olmuştu.’ dese de Türkiye Cumhuriyeti’nin dış temsilcilikleri - ki temsilcilikler temsilcinin ülkesinin vatan toprağıdır- ilk defa işgal edilmiş ve yetkilileri rehin alınmıştır. Ermeni terör örgütü ASALA Büyükelçi, Konsolos ve ailelerine suikastlar yapmış, 30’dan fazla görevli şehit olmuştur, ancak elçilikler, konsolosluklar işgal edilmemiş, rehin alınmamıştır. Saldırılar temsilcilikler dışında olmuştur.
IŞİD’i yeterince analiz edemeyen Türkiye Dışişleri, sukutu hayale uğramış, Türkiye’nin itibarını sarsmış, hatta diğer ülkelerdeki temsilcilikleri de Irak’taki Türkleri de tehlikeye sokmuştur. Davutoğlu, ‘Stratejik Derinlik’ adında bir kitap yazmasına rağmen, derininden vazgeçtik stratejinin sığını da göremediğimiz büyük bir fiyaskoya neden olmuştur.