Sosyal Medyada gezinirken, günümüz zamâne sûfilerinden Ali Denizci ile tanıştım. Ali bey, günlük mesaisinin neredeyse tamamını, ihtiyaç sahiplerine yardımla geçiren bir aksiyon insanı. 1964 senesinde İstanbul’da varlıklı bir aileden dünya gelmiş. Lise yıllarında aşırı sol bir dernekte yer almış. Daha sonra dernekten ayrılan Denizci, kariyerini tamamlayarak bir süre kendi mesleğini icra etmiş ve ciddi maddi kazançlar sağlamış. Maddi zenginliğe ulaşmış fakat içindeki manevi boşluğu bir türlü dolduramamış. Yaşadığı ülkedeki ve dünyadaki adaletsizlik ve eşitsizliği görünce, yokluğu bizzat deneyimlemek için, bütün varlığını bir kenara iterek bir süre sokaklarda yaşamış. Daha sonra Aşiyan Mezarlığı’nda kendine küçük bir mezarlık satın alan Denizci, 8,5 ay süreyle kesintisiz olarak yaşamını bu mezarlıkta sürdürmeye başlamış. Sürekli düşünerek, kendini ve yaşamı sorgulamış.
Nihayetinde, ateist olarak girdiği mezarlıktan, sûfi olarak çıkmış. Bütün geçmiş yaşamını kendi tabiriyle mezara gömerek yeni bir yaşama başlamış. İlk olarak İstanbul’un fakir semtlerinden Balat’ta, Derviş Baba Deliler, Abdallar, Meczuplar Kahvehanesini kurmuş. Burada, özellikle sokaklarda yaşayan meczup ve gariplere sahip çıkarak onlara kol kanat germiş. Yaşam felsefesini, “Görüyorsan, duyuyorsan sorumlusun” sloganıyla özetleyen Denizci, hâlen yardım çalışmalarını, çevresindeki kariyerli gönüllüler ekibiyle sürdürüyor. Birçok evsiz ve ihtiyaç sahibi insanlara günlük gıda ve giysi yardımı yapıyor. Evsizlere barınma imkânı sağlıyor. Çocuklara, eğitim imkânları sunarken, özellikle kanser hastalarına ilaç ve tedavi desteği veriyor.
Ali Denizci’nin yaşam felsefesinden ve insanlara yaptığı karşılıksız hizmetlerden oldukça etkilendiğimi söyleyebilirim. İstanbul’a yolum düştüğünde kendisini ziyaret etmeyi şimdiden arzuluyorum. Yaşamda paradan daha önemli değerlerin olduğuna vurgu yaparken, bu prensibi bizzat yaşayarak deneyimliyor. Para onun için hiçbir değer ifade etmiyor ve onun gözünde sadece dijital bir rakamdan ibaret. Bu özelliğiyle de hem ülkemiz insanlarına, hem de dünyaya örnek bir rol model olma ayrıcalığına sahip bulunuyor.
Bildiğimiz gibi gerek ülkemizde, gerek dünyada, sefalet ve yoksulluk içinde yaşayan milyonlarca insan var. Kendi yaşadığım Samsun ilimizde de hemen hemen her gün benzer manzaralara şahit oluyorum. Bu tarz üzücü manzaralar, bize ve Samsunumuza yakışmıyor. Parklarda, bankların üzerinde yatan insanları, uyuşturucu kullanıp nöbet geçiren gençleri, yaşlı alkolik insanları, kucağında bebeğiyle dilenen insanları görüyorum. Onların, insanın içini burkan halleri beni gerçekten derinden yaralıyor. İmkânım ölçüsünde onlara yardım eli uzatsam da yine kendimde bir eksiklik hissediyorum. Her ne kadar Lösemililer Vakfına her ay düzenli bağışta bulunsam da kendimi yeterli görmüyorum.
Önemli olan, bu düşüncede ve idealde olan yardımsever insanların sayısının çoğalmasıdır. Yardıma muhtaç insanların, sağlıklı ve huzurlu şartlarda yaşaması için hepimize görev ve sorumluluk düşüyor. Başta Samsun Valiliğimiz olmak üzere Samsun Büyükşehir Belediyemizin, şehrimizdeki sivil toplum kuruluşlarının ve vakıfların, muhtaç insanlara ulaşarak onlara sahip çıkmaları ve barınma imkânı sağlamaları bir zorunluluktur. Gönüllük esasına göre her insanın, bu yaşatma idealini, kendine birinci öncelikli bir yaşam düsturu olarak alması gereklidir. Evet, görüyorsan, duyuyorsan sen de sorumlusun.
Nazım'cığım yazını tesadüfen gördüm.Gazetede köşe yazarı olman gururlandırdı.Bodrumdan sevgiler.Kendine iyi bak.Çalışmalarında başarılar canım.