Ekim 2006 ‘da vizyona giren filmlerinden olan Poseidon’dan Kaçış isimli yapımı bir vesile izleme fırsatı bulmuştum. İsmini, efsanevi Denizlerin Tanrısı Poseidon’dan alan bir gemide bir grup insanın verdiği hayatta kalma mücadelesi son derece etkileyici ve bir o kadar da ibret vericiydi.Yaşam sisteminin işleyişindeki değişmezliği vurgulayan Titanic filminin benzer bir versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Baş rollerini Kurt Russell, Jash Lucas gibi ünlü karakterlerin paylaştığı film, gerçekten etkileyici bir görselliğe sahip. Öncelikle Poseidon Mitine kısaca değinelim:
“Poseidon, denizlerin tanrısı ve efendisidir. Zeus’un kardeşidir. Zeus ona deniz ve deniz canlılarının ve tüm akarsuların hakimiyetini vermiştir. Yer altında yürüyen de denir. Poseidon dilediği zaman kudretiyle depremler vücuda getirir ve karaları sarsar. Elinde taşıdığı ucu üç çatallı yaba, Poseidon’un güç simgesidir. Elindeki yabayı salladığı zaman denizlerde ve okyanuslarda dalgalar ve fırtınalar oluşur. (Üç çatallı yaba, ilim, irade ve kudret sıfatlarına işaret olabilir). Poseidon aynı zamanda atların da Tanrısıdır. Zeus, Hades ve Poseidon, evreni kendi aralarında paylaşırlar.” İngiltere’nin Bristol kentinde sembolik heykeli bulunmaktadır. Filmin senarik içeriğinden de bahsedelim bu arada:
“Yılbaşı gecesidir ve Kuzey Atlantik denizinde seyir halinde olan lüks yolcu gemisi Poseidon'da eğlenceler başlamıştır.
Türünün en güzel örneklerinden olan Poseidon'un yirmiden fazla katında 800 kamara ve 13 yolcu güvertesi bulunmaktadır.
Yolcular, geminin ana balo salonunda,yeni yılı şık bir şekilde karşılamak toplanmıştır. Onlar şampanya kadehlerini kaldırırken, Kaptan Michael Bradford, orkestranın çalmakta olduğu Auld Lang Syne adlı şarkı eşliğinde bir konuşma yapmaktadır. Bu esnada, köprüde, Birinci Subay bir şeylerin yanlış gitmekte olduğunu sezer. Ufku taradığında, dev dalgayı görür; otuz metreyi aşan bu muazzam su kütlesi inanılmaz bir hızla üstlerine doğru gelmektedir. Darbenin şiddetini azaltmak üzere dümen kırmaya çalışsa da, artık çok geçtir.
Dalga, olağanüstü bir güçle iskele tarafına çarparak, gemiyi alabora eder. Yolcular ve mürettebat hızla savrulurken, parçalanan eşyalara hedef olurlar; camları kırarak içeri dolan suya kapılırlar. Kolonlar çöker; patlayan gaz boruları yangınlara neden olur; ışıklar söner ve geminin büyük bir kısmı karanlık ve kaosa teslim olur.
Gemi batmaya devam ederken, yüzeye çıkmak için mücadele etmeye kararlı grubun, labirenti andıran bu yerde yollarını bulmaları gerekmektedir. Çıkmazlarla ve tırmanışlarla dolu bu dikey yolculukta, grup üyelerinin arasında hızla bir bağ oluşur. Ayrıca, anlaşılır ki güven, hayati önem taşımaktadır. “
Filmin konusundan anladığımız kadarıyla hayat, risklerle ve tehlikelerle dolu olmakla birlikte insan için oldukça değerli ve anlamlı. Yaşam sisteminin gereği olarak hayatla ölüm arasında gelgitler yaşanabiliyor. Şartlar ne kadar kötü ve acımasız da olsa insan yine de bir şekilde hayata bağlanma arzusu ve ihtiyacı hissediyor. Anneannemin veciz ifadesiyle her şeye rağmen hayat bütün görkemiyle devam ediyor. Yaşamdan ümidi hemen kesmek istemiyor insan. Ne zaman ki kendisi hakkında takdir olunan ecel zamanı geliyor, insan o noktada teslim olmak durumunda kalıyor. Tıpkı filmin kahramanı Kurt Russell’ın senaryo gereği olarak ani ve sürpriz ölümü gibi.. Poseidon yolcularının önemli bir kısmı ölüyor. Ecel dalgalarından hiç biri kaçamıyor.Sağ kurtulanların sayısı ise parmakla gösterilecek kadar az.Bu da bize Poseidon’un hışmından belki kaçılabileceğini, fakat ölüm ve kader gerçeğinden kaçılamayacağını açıklıyor.