Türkiye’deki yanlış yapılanma sonucu; sanayi İstanbul’da, bürokrasi de Ankara’da odaklanmış bulunmaktadır.
Ankara’da; koca koca, devasa binalar inşa edilerek, bürokrasiye mekan sağlanmaya çalışılmış, ancak çoğu zaman bu binalar da yetmemiş; ek binalar, eklenti binalar; binalar, binalar… Ankara, adeta bir koca binalar mezarlığı görünümü vermektedir.
Bu binaların; bakım-onarımı, ısıtma-havalandırması vb. işletme masrafları büyük paralar gerektirdiği gibi, içerilerinde görev yapan bürokratların ellerinde şekillenen bürokrasi çarkı da işleri olabildiğince zorlaştırmakta ve vatandaşı bunaltmaktadır. Türkiye’nin dörtbir tarafından insanlar; verdikleri vergilerle palazlaştırdıkları bürokrasiden, dertlerine çareler bulabilmek umuduyla Ankara’ya taşınmaktadırlar. Bürokrasi dişlileri arasından işlerini; inim inim inleyerek, olmadık yollara baş vurarak, sökmeye çalışmaktadırlar.
Maalesef, mevcut sistem en basit işlerin çözümünü dahi, Ankara’ya bağlı kılmaktadır…
Bu durum, böylece daha fazla devam edemez!
Bürokrasiyi Ankara’dan kaldırmak ve vatandaşın derdine çareyi, yaşadığı yerde bulmak zorundayız.
Marmara ve Karadeniz arasında boğaz eksenli dar bir alana oturmuş bulunan İstanbul şehri; Türkiye ekomisinin %40’dan fazlasının konuşlandığı bir yerdir. İstanbul ilini, birleşerek bir bütünlük oluşturduğu; Kocaeli ve Tekirdağ illeri ile birlikte ele aldığımızda da, Türkiye ekonomisinin yaklaşık 3’te 2’sinin bu bölgede konuşlandığını görüyoruz.
İstanbul nüfusu dört milyon azalabilir
Ekonomik yatırımlar, İstanbul ve çevresinde yoğunlaştığı sürece; Türkiye’nin dörtbir tarafından insanların; tası, tarağı toplayıp buraya gelmesinin önü alınamaz.
Kaldı ki, İstanbul bulunduğu konum itibariyle de, asla bir sanayi şehri olmamalıdır. İstanbul; bir ticaret şehri, bir turizm şehri, bir kültür-eğitim şehri, bir finans merkezi olmalıdır.
Eğer, İstanbul’da bulunan ve 100 kişiden daha fazla kişinin çalıştığı işletmeleri şehir dışına çıkartırsak; nüfus buna bağlı olarak, 4 milyon kişi kadar azalabilecektir.
Çevre ve su gibi doğal kaynaklar açısından da daha fazla nüfusun yerleştirilmesinin büyük sakıncalar doğuracağı İstanbul bölgesinden, sanayinin kaldırılarak Türkiye’ye yayılması, geri göçü kendiliğinden gerçekleştirmiş olacaktır.
Zaten, sanayinin aynı bölgede yoğunlaştırılmış olması, ekonominin sağlıklı gelişmesi ve geleceği açısından da uygun değildir. Riski olabildiğince yaymak gerekmektedir. Hele hele, fay hattı boyunca bir deprem bölgesinde, böyle bir sanayi yoğunlaşması asla düşünülmemelidir.
Ekonomik faaliyetler ülke geneline dengeli dağıtılmalıdır ki; dengeli bir gelişme olabilsin. Burada, yerelleşme çok büyük bir önem taşımaktadır. Yerelleşmeden; gelişme, sağlıklı bir şehirleşme ve kalkınma mümkün görülmemektedir.
Binaları , şehirleri yenilemeli; Riski yaymalıyız
Bugünkü Türkiye’ye baktığımızda; olumlu gelişmeler olmakla birlikte; gerek mevcut binalar ve gerekse şehirler çağdaşlıktan çok uzaktır. Herşeyden önce bir deprem bölgesi olan ülkemizde, mevcut yapılaşmalar çok büyük risk oluşturmaktadır. Özellikle, en hassas bölgelerden birisi olan İstanbul’da; Türkiye ekonomisinin %40’dan fazlasının konuşlandırılmış bulunması, mevcut yapı stoğu da dikkate alındığında, yaşanacak şiddetli bir depremle birlikte, egemenliğimizi dahi kaybedecek bir noktaya gelebiliriz!..
Bu nedenle zaman kaybetmeden, çağdaş şehircilik anlayışıyla ve yeni teknik şartnameler ışığında, geleceğe güvenle bakabilmek için, İstanbul başta olmak üzere, yurdumuzu yeni baştan planlayıp ve yeni baştan inşa etmek zorundayız. Şehirleşme için uygun olmayan zeminlerdeki yerleşimler tahliye edilmeli ve gerektiğinde şehirler taşınmalıdır…