17 Nisan, ülkemizin geleceğine güneş gibi doğan ve ülkemizin eğitim seviyesini hızla yükselttiği sırada siyasetçilerin ülke çıkarlarını değil, siyaseti baskı altında tutan toprak ağalarının (Aşiretlerin) çıkarlarını korumak adına kapatılan Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 77. yılıydı.
Bugün ülkemizin eğitimde ki sefil durumu, bu örnek kuruluşu yok edenlerin ne büyük günah işlediklerinin göstergesidir.
Köy enstitüleri kurulduğu 1940 yılından, kapatıldığı 1954 yılına kadar yetiştirdikleri öğretmenlerle özellikle köylerde ki Türk insanının sadece eğitimini değil, yöresini de kalkındıracak eğitim modeli ile çağdaş Türkiye’nin geleceğine güneş gibi doğmuştur.
Batı dünyasının da dikkatini çektiği için gönderdikleri uzmanların yerinde yaptıkları incelemeler sonrası Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimi, eğitim seviyesi düşük tüm ülkeler için rol model olarak tanımlamışlardır.
Türkiye’nin kaderini değiştirecek bu örnek eğitim kuruluşunu kuran, 1940'lı yılların Millieğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i ve bu enstitülerin kurulmasında ki en büyük yardımcısı İsmail Hakkı Tonguç'u saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyorum.
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ.
Kurtuluş Savaşın da bir mucize yaratarak son vatan toprağını düşmandan temizleyen başarılı liderlerinin savaş sonrası en büyük hedefleri, o tarihlerde okuryazar oranı yok sayılacak düzeyde olduğu toplumun eğitim seviyesinin hızla yükseltilmesi çalışmalarını başlatmak olmuştur.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Latin alfabesini getirmesi ile yüzünü batı dünyasına çeviren Türkiye’de, artık eğitim seviyesinin yükseltilmesi kaçınılmaz ilk hedeftir.
Eğitimin ilk basamağı olan okur-yazarlık oranının yükseltilmesi için hızla yaygınlaştırılan ilkokul eğitiminin bir sonra ki basamağı, idealist ve çağdaş Türkiye’yi yaratacak öğretmenlerin yetiştirilmesiydi.
Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak, Köy Enstitüleri 1940 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından ve İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden seçilen ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylerine giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesi ile kuruldular.
Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok, zorunluluk olarak algılanıyordu. Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu.
Bu nedenle, Köy Enstitüleri'nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad'ın, “Zorunluluktan değil, özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen” Fikri ilke olarak alınmıştır.
1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya şehirlerden uzak, ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri açılmıştı.
Bu okullardan yetişen öğretmenler öğrencileri eğitirken köylülere de hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak, hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti.
Bu öğretmenler, gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba, deftere dayalı öğretim yerine, “İş için, iş içinde eğitim ilkesi” Tatbik ediliyordu.
Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin % 50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.
1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı.
Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.
1926 yılında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin, " Toplam 4 Köy Muallim Okulunu" açmasından sonra, Saffet Arıkan’da 1936 yılında önce Eğitmen kursunun, sonra da Köy Muallim Mekteplerinin açılmasını sağlamıştır.
Bunlardan iyi sonuçlar alınması ve 3 yıllık bir deneme sonrasın da 17 Nisan 1940 Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel döneminde çıkartılan 3803 sayılı kanunla İlk Köy Enstitüsü açılmıştır.
1941 de, 4274 sayılı yasa ile de köylerde çalışacak sağlık memuru ve ebelerin de bu okullarda yetiştirilmelerine karar verilmiştir.
Köy Enstitüsünün açılmasını mecbur kılan zamanın Türkiye'sinin sosyal yapısını da göz önüne almak gerekir. 1935 verilerine göre 16 milyon nüfusumuzun 12 milyonu köylerde yaşıyordu.
Bu nüfus, ilkel bir şekilde tarımla uğraşıyordu. Köyler ve topraklar ağaların emrindeydi. Köylüler onlara bağımlı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlardı.
40 bin köyün 35 000’ in de okul ve öğretmen yoktu.1.700 000 çocuktan sadece 300 000’ i okula gidebiliyordu. Bunlardan sadece binde biri, bir üst kademedeki okullara devam edebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise ailelerine yardımcı oluyor, zamanla öğrendiklerini de unutuyorlardı.
Yüzdeye vurduğumuzda, erkeklerin %76,7 si, kadınların %91,8 i okuryazar değildir. Mevcut öğretmenlerin %78 i kentlerde, %22 si de okulu olan 4-5 bin köyde çalışmaktaydı. Şehirlere alışkın olan öğretmenler, tıpkı bugün ki gibi uyum sağlayamama korkusuyla doğuya ve köylere gitmeyi düşünmezlerdi.
İlkel de olsa, tüm üretim araçları ağaların elindeydi. Köye, çiftliğe, mezraya doktor, hemşire, ebe gitmezdi. Hastalar, üfürükçülerin, muskacıların ve ermiş gözü ile bakılan kişilerin eline bırakılmıştı.
Ülkenin bu durumu, Atatürk ilke ve inkılaplarına, Cumhuriyete ve halk felsefesine uymuyordu. İşte bunlara çare olarak Köy Enstitüleri kurulmuştu.
Bu yazımın 2. Bölümün de, bu okulların neden kapatıldığını ve kapatılmasalardı bugün neler olmazdı konularını, bu köşeden okuyabileceğinizi ileterek güzel bir bahar günü diliyorum. 18.04.2017
SAMSUNLULAR, LÜTFEN! UNUTMAYINIZ.
HAVA ALANIMIZ ÜÇ AYLIĞINA KAPATILACAK.
Denizleri aşan asma köprüler yapabilen, İstanbul Boğazının altından tüp yollar geçiren ve kilometrelerce otoyol yapabilen bir Hükümet döneminde, altı üstü 3,5 Km. uzunluğunda ki 2. Pistin maliyetinin gerekçe olarak gösterilerek yapılmaması ve alanın kapatılarak onarılacak olmasının şimdi de üç ay ertelenmiş olması düşündürücüdür.
Böylece acil bir neden olmadığının ortaya çıkması ile kapatmanın asıl nedenin, bunlar olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu, bir kez daha Samsun’a yapılan bir dayatmadır.
Soru şu; Neden bu dayatmaya sessiz kalınıyor?
NEDEN? NEDEN? NEDEN?