Güneydoğu Anadolu Bölgemizde 40.000 civarında insanımızın canına, çok büyük mali kaynağın kaybına yol açan etnik kalkışma ve PKK teröründe sona gelinmiş gibi görünüyor.
Ne var ki, adına çözüm süreci denen ve içeriğini kimsenin bilmediği görüşme trafiği birçok soruyu da ardından sürüklüyor.
Görüşme masasın da kimler var?
Masanın bir tarafında Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan ile O’nun temsilcisi Mit Başkanı Hakan Fidan, öteki yanında ise bölücü terör örgütü PKK’yı temsilen kanlı eylemlerden sorumlu ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm Öcalan ve PKK’nın siyasi ayağı BDP temsilcileri yer alıyor.
Tüm BDP milletvekilleri ve kanlı örgütün Kandil’de ki lideri Karayılan’da olan bitenin içersinde ve her şeyi biliyorlar.
Peki, bırakın diğer milletvekillerini bakanlar biliyorlar mı? Hükümetin belki bir iki bakanı dışında ki bakanlarda ne olup bittiğini bilmiyor.
Bu toplumun ülkeyi yönetsinler diye yetki verdiği milletvekilleri, dolayısıyla TBMM gelişmeler hakkında hiçbir şey bilmiyor.
Eğer ortada bir sorun varsa ve bu sorun iki taraf arasında çözüm noktasına gelmişse, sorun olan şeyler bir şekilde anlaşarak çözülmüş demektir.
O zaman, ülkemiz için böylesine önemli bir konuda destek vermesi istenen kişilere de, bu anlaşma şartlarının açıklanması gerekmez miydi?
Peki, bu bilgiler veriliyor mu?
Hayır…
Bu sorular aydınlığa kavuşmadan toplumsal desteğin sağlanabileceği endişeleri de her geçen gün biraz daha artıyor.
Oysa ülkemiz adına böylesine önemli bir sorunun, toplumun tümünün desteğinin sağlanarak çözülmesinin ön şart olması gerekmez miydi?.
BUGÜN TÜRKİYE’DE AKAN KANIN DURMASINI İSTEMEYECEK TEK KİŞİ VAR MI?
YOK..
Demek ki, sorunun ana temelinde bu ulusal karar birlikteliği oluşmuştur..
Demek ki, sorunun ana temelinde bu ulusal karar birlikteliği oluşmuştur..
Öyleyse, sorun nerede?
Görünen o ki, sorunun temelinde böylesine ulusal bir sorununun çözümünün getirisine kimseyi ortak etmemek gibi siyasi bir bencillik yatıyor..
Bakmayın siz ortak uzlaşı aranıyormuş çağrılarına..
Masaya oturacak olanların, anlaşma masasında nelerin olduğunu bilmelerinin ön şart olduğunu, bu çağrıları yapanlarda bilmiyorlar mı?
Bu sorunu çözecek olanların toplumun temsilcisi olan TBMM’nin olmasının gerektiği bilinmiyor mu?
Ama detaylarının TBMM’ne dahi açıklanmadığı, hatta birkaç bakan ve bürokrat dışında iktidar partisi üyelerinin dahi bilemediği bu sürece bu şartlarda kim ortak olur?
Sonra da destek vermiyorlar diye onları suçlamanın haklı bir yanı olabilir mi?
Sürecin içeriğini bilen iki tarafın ( AKP ve BDP) vekillerinden oluşturulan bir TBMM Komisyonunun vereceği karar, bu millete onaylatılabilir mi?
Sıkıntı sadece bu sorunun çözümü ilgili olmayıp, Türkiye’nin gelecekte ki yapılanmasını da değiştirecek bazı kararları da peşinden getireceği endişeleri ve bu yönde ki bazı izlenimlerin artması, toplumsal kararlılığın sağlanmasında ki en büyük engeldir.
Özünde toplumsal bir itirazın olmadığı çözüm sürecinde, yukarıda ki nedenlerle oluşan karmaşayı ortadan kaldırmak için güdümlü desteklere ihtiyaç duyulmuştur. “Akil Adamlar” formülü de bu nedenle devreye sokulmuştur.
“Akil Adamlar”ekiplerinin bölgesel gezilerinin başlaması ile bu insanların da çözüm süreci ile ilgili olarak bir şey bilmediği ortaya çıkmıştır.
Her birinin konuya yaklaşımında ki farklılıklar ve amacını aşan sözler, yarar yerine zarar getirecek gibi gözükmektedir.
O halde, konunun içeriğinden habersiz bu ekipler kimleri, nasıl ikna edecektir?
Daha ilk günden bazı bölgelerde tepkiler gelmeye başlamıştır. Bu ekipler Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde terörden bıkmış ve terörün dışında kalmış bölge insanları ile bazı şeyleri paylaşabilirler.
Diğer bölgelerde geçim derdi ile boğuşan, bu terörden sadece gelen cenazelerle etkilenen tepki yüklü insanlara neyi anlatacaklardır?
Salonlara zoraki toplanmış güdümlü insanlarla konuşmanın sürece ne yararı olacaktır?
“Akil Adamlar” Samsunlu şehit astsubay Hamlı’nın ailesini ikna etmeyi deneyecekler mi?
Sorunun çözümü için yanlış bir yol tutulmuştur. Bu sorunun çözüm yeri TBMM ve çözecek olanlarda Meclis’te ki tüm siyasi partilerdir.
Gerçekten de İktidar sorunun çözümü için samimi ise, her şeyi bir yana bırakarak bu çözüm sürecini TBMM çatısı altında kapalı bir oturumda anlatarak siyasi partileri sürece ikna etmeli ve ortak bir siyasi irade sağlamalıdır.
Muhalefet partileri de o noktaya gelindiğinde, konuya siyasi çatışma konusu olarak değil, ulusal bir sorunun çözümü olarak yaklaşmalıdır.
Oysa Sayın Başbakan muhalefeti bu işe ortak etme çabası yerine, onları daha da sertleştirecek söylemlerini sürdürmektedir.
Bu gerçekler bir yana itilerek çözüm için BDP ile AKP’nin ortaklaşa sürdürecekleri çabalar korkarım geri tepecektir.
Zaten daha şimdiden PKK ve Kandil yöneticileri işi zorlaştırmakta ve muhtemelen asıl beklentileri doğrultusunda başka taleplerini de koparmanın manevralarını yapmaktadırlar.
“Akil Adamlar” ekibini ortaya sürmenin anlamı gittikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
İlk çağlarda ateşi bulan insanlar, ateşi elle tutup ellerini yakmamak için de maşayı icat etmişlerdir.
Bugün İktidarın da yaptığı budur. Çünkü Sayın Başbakan da biliyor ki, bu çözüm süreci geri teperse fatura hükümete çıkacaktır.
İşte o zaman faturayı ödeyecek birileri olmalıdır ki, korkarım “Akil Adamların” asıl görevi de budur.
Aslında “Akil Adamlar” ekibinin çok önemli bir yararı da olacak gibi gözükmektedir.
O da bu ekipteki bazı insanların, çözüm sürecini Türkiye’nin Cumhuriyet döneminin bazı kazanımlarının yıkılmasının fırsatı olarak değerlendirme düşüncelerinin deşifre olmasıdır.
Üzülerek söylemek gerekirse, bu sürecin başından beri ne yaptığını ve ne istediğini bilen tek kişisi terör örgütünün ömür boyu hapse mahkûm lideri Öcalan, tarafı da PKK ve BDP’dir..
Ne istediklerini saklamadan açıklamakta ve süreci istedikleri gibi yönlendirmektedirler..
Ne yazık ki, sanki olmayan bir savaşı kazanmış taraf gibi anlaşma şartları dikte ettirmektedirler.
Kan dökülmesinin durdurulması konusunda kesin kararlı olan bu topluma, içeriği anlatılmamış böyle bir çözüm sürecini anlatamazsınız ve ikna edemezsiniz.
Hele de bu toplumun tamamına yakının kutsalı olan “ Bayrak” ve “Türklük” konularının tartışmaya açılabildiği ve bu ilkelerin Anayasa’dan çıkartılması çalışmalarından söz edildiği bir ortam da, toplum bu konuda ikna edilemez.
Umarım çözüm süreci, Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışanların değil, bizim kendi irademizin belirleyici olacağı yöntemlerle çözülür.
Geç kalınmadan ve çözüm sürecinin bir kez daha olumsuz sonuçlanmaması için beklenen, Sayın Başbakan TBMM’de gerekli olan uzlaşıyı sağlayacak yaklaşımlara yönelmesidir.
Bu uzlaşma ve çözüm sürecinin sonuçlarından siyasi yarar sağlamayı düşünmek ise, sürecin sonu olacaktır ki bunun vebalini ödemek kolay değildir.
Bu uzlaşma ve çözüm sürecinin sonuçlarından siyasi yarar sağlamayı düşünmek ise, sürecin sonu olacaktır ki bunun vebalini ödemek kolay değildir.
Ortak aklın oluştuğu ve toplumsal uzlaşının sağlandığı, huzur dolu bir Türkiye özleminin gerçekleşmesi dileğiyle, iyi haftalar..
Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır.
Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki,
bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz.
Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki,
bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz.
Helen Keller