Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya savaşını kaybederek elinde kalan üç kıtaya yayılmış son topraklarını da kaybederken, imzaladığı SEVR Antlaşması ile son vatan toprağı Anadolu’nunda İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından paylaşılmasına onay vermişti.
İşte bu işgale direnerek Kurtuluş Savaşını başlatan Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşları, bu mücadeleyi zaferle noktalıyordu. Anadolu’yu tüm işgal güçlerinden temizleyen Mustafa Kemal ve arkadaşları yıllardır dışlanmış Anadolu insanlarının da verdiği destekle kazandığı zafer sonrası, son Türk Devletini de tarihe gömecek SEVR Antlaşmasını yırtıyor ve yendiği işgalci devletlerini, LOZAN Antlaşmasını imzalamak zorunda bırakıyordu.
LOZAN ANTLAŞMASI, Mustafa Kemal Paşa’nın, Laik ve Çağdaş Hukuk düzeninde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin VAROLUŞ TAPUSUDUR.
********************************
İşte bu nedenlerle Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ATAMIZI dün aramızdan ayrılışının 86. Yılında büyük bir özlem ve saygı ile andık.
Mustafa Kemal Paşa bir yandan Anadolu’yu işgalcilerden temizlemek için başlattığı Milli Mücadeleyi sürdürürken, bir yandan da kurulacak yeni devletin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak belirlediği için ilk iş olarak, 23 Nisan 1920’ de halkın iradesini temsil edecek olan TBMM’nin açılışını gerçekleştirmiştir.
Osmanlı Hanedanı’nın 600 yıl süren monarşi yönetimini sona erdiren Cumhuriyet Yönetim biçimi, çağdaş dünyanın kabul ettiği mevcutlar içindeki en iyi devlet yönetimidir.
Cumhuriyet, siyasi gücün halk tarafından paylaşıldığı bir devlet yönetim şekli olup, Monarşi rejimini reddeder.
Cumhuriyet yönetimlerin de, ülkeyi yönetecekler halk tarafından serbestçe seçimle belirlenir.
Dünya yönetim sistemleri içerisinde Cumhuriyet, halkın önemsendiği yönetimlerin başında gelen Rejimidir. Cumhuriyet halkın egemenliğine dayanan yönetim şeklidemektir.
Bu nedenle, halkın egemenliğini ve iradesini ortaya koymak için rey hakkının bulunması ve doğrudan yönetime müdahil olması, cumhuriyet sistemi sayesindedir. Belirli zamanlarda yapılan seçimler gereğince yasama, yürütme ve yargı erklerinden oluşan bir devlet sistemi içinde halkın temsilini ve doğrudan söz sahibi olmasını sağlar.
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün Laik ve Çağdaş Hukuk düzeninde kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasıda, halkına verilen temsil hakkının korunması için ilk dört maddesinde bunu perçinlemiştir.
Bugün Anayasamızın ilk dört maddesine göre;
Madde I. Devletin şekli;
Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde II. Cumhuriyetin Nitelikleri:
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Madde III. Devletin Bütünlüğü, Resmi Dili, Bayrağı, Milli Marşı ve Başkenti;
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî Marşı,“İstiklal Marşı”, Başkenti “Ankara’dır.”
Madde IV. Değiştirilemeyecek Hükümler:
Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
************************************
Anayasamızın da teminat altına aldığı halkın temsil yeri olan TBMM ne yazık ki, günümüzde görevini yapamaz duruma düşürülmüştür.
- Ülkemizde yargı bağımsızlığı yitirmiş ve yargıçlar siyasi baskı altında özgürce ve vicdanlarının sesini dinleyerek karar verememektedir. Halk mahkemelik olmaktan korkar hale gelmiş, sorunların çözümü için avukatlara “Arabuluculuk Yetkisi” Verilmiştir.
- Demokrasilerin temel taşları olan Yasama, Yürütme ve Yargı neredeyse tek kişinin kararlarına bırakılmıştır.
- Hemen her gün çocuklara (Hatta bebeklere), kadınlara tecavüz edilir ve hunharca katledilirken, sokakların güvenliği tartışılır hale gelmiştir.
- İlkokul çocukları dahi uyuşturucu satıcılarının hedefi haline gelmiş, sokaklar uyuşturucu bağımlısı biçare insanlarla dolarken ülkemiz uyuşturucu ve suç baronlarının sığınağı haline gelmiştir.
- Denetimden uzak tarikat yurtları ile Kur’an kurslarında yaşanan iğrenç tecavüzler giderek artmaktadır.
- Ülkemize planlı bir şekilde yurdumuza doldurulan on milyona ulaştığı söylenen sığınmacılar ülkemizin demografik yapısını tehdit eder hale gelmiştir.
- Yer altı kaynaklarımız, dış ortaklı gözünü para hırsı bürümüş üç beş şirket tarafından siyasi iradenin de hoşgörüsü ile talan edilmekte, doğa harikası yörelerimiz bir daha geri döndürülemeyecek şekilde darmadağın edilmektedir. İşin daha da acısı bu kaynaklarımızdan elde edilen gelirlerin çok az miktarı ülkemizde kalırken, büyük çoğunluğu yabancı şirketlere gitmektedir.
- Atamalarda liyakat ve sınav sonuçları geçerliliğini yitirmiş ve iktidar partisi üyesi veya çocuğu olmak, işe girebilmenin tek yolu haline gelmiştir. Bunun son örneği Samsun’da yaşanmış olup, KPSS sınavından 82 puan alan bir genç, mülakatta elenerek yerine çok daha düşük puanlı iktidar yanlısı bir birisi alınınca canına kıymıştı.
- Atanamayan öğretmen ve polis intiharları artmaktadır.
- Bunlara çok daha fazlası eklenebilir.
***************************************
Tüm bu sorunların tartışılacağı ve çözüme bağlanacağı yer olan TBMM, adeta devre dışı bırakılmış bulunmaktadır.
Yukarıdaki sorunların tartışılabilmesi için verilen yüzlerce “Araştırma Önergesinin” Görüşülmesi dahi, İktidar ve ortağı siyasi parti milletvekillerinin oyları ile reddedilmektedir.
Hangi partiden seçilmiş olurlarsa olsun, ettikleri yemin doğrultusunda onları TBMM’ ne gönderen halkın sorunlarını çözmek, onların hem yasal, hem de vicdani sorumluluklarıdır.
Şimdi soruyorum;
Ülkemizde huzur bırakmayan bu kadar önemli sorunlar için, muhalefet partileri tarafından verilen araştırma önergelerinin hiç birisinin tartışılmasına dahi onay vermeyen sayın milletvekillerinin, hiç mi vicdanları sızlamamaktadır?
Bu kadar katı siyaset ve biat anlayışı ile TBMM’ ni işlevsiz hale getirdiğiniz gibi kendinizin orada oluş nedenini de yok saydığınızı, görmüyor musunuz? Yaptığınız görev karşılığı aldığınız maaşları hak edip etmediğinizi sorgululamıyor musunuz?
SONUÇ:
Ülkemiz gerçekten de siyasi, ekonomik, stratejik, hukuk ve iç ve sınır güvenliği açısından büyük bir çıkmaza girmiş bulunmaktadır.
Bunları gerçekleri görmemek ve çözüm için çaba harcamamak, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Milletvekili koltuğunu korumak, ülke çıkarlarından daha önemli olabilir mi?
ÇÖZÜM:
Her şeye rağmen, ben bu sorunların tümünün çözümleneceği yerinyine de TBMMve çözecek olanların da o koltuklarda oturan milletvekilleri olacağına inanmak istiyorum.
Çünkü Türkiye herhangi bir Ortadoğu ülkesi olmadığı gibi Türk Halkı da Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu temeli sağlam atılmış cumhuriyetin sağladığı demokratik ortamı benimsemiştir.
Bir diğer inancımda, siyasi baskı altındaki hukuk adamlarımızın eninde sonunda, “Yeter artık diyerek” Yasaların ve vicdanlarının sesini, siyasi tercihlerinin önüne koyacaklarıdır.
Bugün bir anket yapılsa, inanıyorum ki Atatürk Sevgisi ve O’nun ilkelerine bağlı inananların sayısı %70-80’lerin altında çıkmayacaktır. Hiç kimse bu gerçeği aklından çıkartmamalıdır.
Aramızdan ayrılışının 86. Yılında Büyük Önder, ÜLKEMİZİN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü büyük bir özlem ve rahmetle anıyorum.
Bu ülke uğruna canlarını vererek Anadolu’yu bize vatan olarak armağan eden Aziz Şehitlerimizi ve Gazilerimizi de rahmetle anıyorum.
ATAM RAHAT UYU.
Bu halk, kurduğun Cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkacaktır.
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ.
Sorunlarından kısa sürede arınmış bir Türkiye umuduyla, güzel bir hafta diliyorum.