BAŞKANLIK SİSTEMİNE DAYALI BİR ANAYASA
DEĞİŞİKLİĞİ KABUL EDİLEMEZ
Son günlerde ülkemizin gündemde ki en önemli konu, Anayasa’da değişiklik yapılması tartışmalarıdır. Tartışmaları başlatan en önemli neden, 12 Eylül 1980 darbe hükümeti tarafından hazırlanmış olan 1982 Anayasa’sının antidemokratik maddeler ihtiva etmesidir.
Aslında 1984 sonrası değişik hükümetler döneminde bu Anayasa’nın çok sayıda antidemokratik maddesi değiştirilmiş olup, Anayasamız da kalan antidemokratik maddelerinin de TBMM’ de sağlanacak uzlaşma ile çözülmesi en geçerli yoldu.
Ne var ki Cumhuriyet Türkiye’sinin olmazsa olmazı olan ilk dört maddenin de değiştirilmek istenmesi ve Başkanlık sistemine geçişin yolunun açılmasına dönük hazırlıklar, bu değişikliğin amacını da açık şekilde ortaya koymaktadır.
Anayasa’nın en önemli maddelerinin ve Anayasa da belirlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklinin değiştirilmesine yönelik maddelerin konmak istenmesi, Anayasa değişikliğinde ki asıl amacın, Ülkemizin parlamenter sistemden çıkartılarak tek adamın söz sahibi olacağı “Başkanlık Sistemine” Geçişin yolunu açmaktır.
Bizim gibi henüz demokrasi kurallarının tam özümsenmediği ve demokrasinin sağladığı özgürlüklerin kişisel çıkarlar uğruna fütursuzca kötüye kullanılabildiği bir ülke de, getirilmek istenen Başkanlık Sisteminin anlamı, “Tek adam yönetimidir.”
Sonucunun nelere mal olacağı bugünden bilinemeyen bu Anayasa değişikliğini veya yeni Anayasa yapılmasını, TBMM’ de ki sayısal üstünlükle kabul ettirmek veya Referanduma götürmek, yeni tartışmalara zemin hazırlayacaktır.
Çünkü Referandum ile bu sorunu çözmek mümkün olsaydı, % 92 ile kabul edilen 1982 Anayasa’sı, aradan geçen 34 yılda bu ülkenin en çok tartıştığı sorun olmazdı ve hemen her iktidar tarafından bazı maddeleri değiştirilmek zorunda kalınmazdı.
Kaldı ki bugün ülkemizde ki tek parti iktidarı döneminde, mevcut tüm yasalar çiğnenerek tek adam uygulaması zaten fiilen sürdürülmekte ve Başkanlık Sisteminin gelmesi halinde yaşanacağından endişe edilenlerin ilk işaretleri bugünden görülmektedir..
Daha Başkanlık Sisteminin henüz yasalarla belirlenmediği ortamda dahi, her konuda “Tek bir Kişinin” Karar verici konumda olduğu düşünüldüğünde, Başkanlık Sistemi’nin yasallaşması durumunda nelerin olabileceğini kestirmek güçtür.
Bu nedenlerle başta muhalefet partileri başta olmak üzere, toplumun büyük bir bölümü Başkanlık Sistemi’ne karşı çıkmaktadır.
Laik ve Çağdaş Hukuk ekseninde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan CHP bir adım daha ileri giderek, “Kan dökmeden bu Anayasa değişikliğini yapamazsınız” Diyerek kararlılığını göstermiştir.
Aslında, ”Bizlerin kanını dökmeden bu değişikliği kabul ettiremezsiniz” Anlamında söylenmiş sözler, demagojinin tavan yaptığı ülkemizde çarpıtılarak, CHP’ nin bu değişikliği önlemek için kan dökeceği şeklinde bir algı yaratılmıştır.
CHP’ nin bu sert karşı çıkışının altında yatan ana neden, sanırım Anayasa değişikliği ile “Tek Adam Rejiminin” gelecek olması yanında, Laiklik ilkesininde de yara alacağı düzenlemelerin yapılacağını görmüş olmasıdır.
*************************************
BÖYLESİNE ÖNEMLİ BİR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, TBMM’ DE Kİ SAYISAL
ÜSTÜNLÜKLE VEYA REFARANDUM İLE GEÇİŞTİRİLEMEZ.
Başkanlık Sisteminin getirilmesi ve mevcut Anayasa’da ki Laiklik ilkesinin değiştirilmesi toplumun tüm kesimlerini etkileyecek çok ciddi bir konudur ve bu düzenleme, tek parti iktidarı döneminde sayısal güce dayalı olarak veya referandumla kabul ettirilmeye çalışılması toplumda ki zıtlaşmayı tehlikeli boyutlara taşır.
Referanduma götürerek halkın oyu ile kabul ettirmek de çözüm olamaz ve bu Anayasa tüm toplum tarafından da benimsenemez.
Çünkü bizim toplumun büyük bir çoğunluğu, eğitim düzeyinin ve demokrasi kültürünün gereği olarak referandum ile neyin oylandığından çok, bu oylamanın kim tarafından istendiğine bakar.
Aşağıda ki soruların cevabı, referandumun neden sorunu çözüp, çözmeyeceğini göstermesi açısından önemlidir.
Kabul edildiği tarihten itibaren antidemokratik olduğu için değiştirilmeye çalışılan 1982 Anayasası’na % 92 kabul oyu veren vatandaşların kaç tanesi oyladığı Anayasa’yı okumuştu ve o Anayasa ile hangi haklarının kısıtlandığını biliyordu?
Seçim sandığına giden seçmenlerin bir kısmının eşinin veya bir başka etkin insanın yönlendirmesi ile oy verdiği,
Bu dönem hangi partinin programı ülke sorunlarını çözer diye sorgulamadan, babadan dededen gelme bağlılıkla takım tutar gibi oy verenlerin yaşadığı bir ülkede,
Siyaset yapmayı, liderine biat etmek olarak algılayan ve sorgulama kültürünün yerleşmediği bir toplumda,
Halk Oylamasından (Referandumlardan) sağlıklı bir sonuç çıkar mı?
Bugüne kadar çok sayıda anket firması tarafından Başkanlık Sistemi ile ilgili olarak yapılan anket sonuçları yayınlandı. Çıkan sonuçlar, bu sistemi toplumun büyük bir kısmının kabul etmediğini söylüyor.
Bir yanda “Başkanlık Sistemi” Diğer yanda “Laiklik ilkesinin değiştirileceği” Yolunda ki endişeler, toplumda tartışma yaratmış ve muhalefet partileri dışında dernekler seviyesinde ve sade vatandaşların oluşturduğu, “Milli Anayasa hareketi” Gibi bazı birliktelikler de bu değişikliğin ülkemize vereceği zararları anlatmaya çalışıyor.
Ne var ki, bu çalışmaların böylesine bölük pörçük sürdürülmesinin bir yarar sağlayacağını sanmıyorum. Örgütsüz yapılan çalışmaların bugüne kadar başarıya ulaşmış bir örneği yoktur.
Görsel ve yazılı basın ile üniversitelerin sustuğu veya siyasi iradenin güdümünde olduğu, yargının tartışılır hale geldiği bir ülkede, bireysel çabalar bir şekilde devre dışı kalmaya mahkûmdur.
O nedenle, bu kesimler güçlerini boşa harcamak yerine muhalefet partilerine destek vermeli ve onları daha etkin olmaya zorlamalıdırlar.
SONUÇ: Ülkemizin tüm komşuları ile ilişkisinin bozulduğu, bazıları ile sıcak çatışma noktasına geldiği, en büyük dostlarımıza tavır koyup karşılığında sürekli bir şeyleri kaybettiğimiz bir dönemden geçiyoruz.
Rusya ile uçak düşürme krizi sonrası meyve, sebze ihracatımızın ve turizm gelirimiz dibe çöktü. En uzun sınıra sahip olduğumuz ve düne kadar dostumuz ve önemli ticaretimizin olduğu Suriye ile savaş noktasına geldik.
Başından beri özerk bir Kürt Devleti kurma çabasında ki Amerika ile olan siyasi ilişkilerimizi iç politika ve başkanlık hesaplarına alet ettiğimiz için restleşme noktasına getirdik. Bizim terör örgütü olarak tanımladığımız PYD, Amerika tarafından işbirliği yaptığı bir güç olarak tanımlanıyor.
AB ile mülteciler konusunu parasal hesaplarla çözmeye çalışmamız sonucunda Almanya ile gerginleşen ilişkilerimiz, Almanya’nın “Ermeni Soykırımını kabul etmesi” İle sonuçlandı.
Üzülerek söylemek gerekirse, biz “Başkanlık Sistemi” İle uğraşırken, tüm komşuları ile kavgalı, tüm dostları ile ilişkileri bozulmuş bir ülke haline gelerek, yalnız başına kalmış bir ülke durumuna düştük.
Kendisini bu ülkenin bir insanı olarak kabul eden hiç kimsenin, bu olumsuz tabloyu kabul etmesi mümkün değildir.
Dün, “Yurtta sulh, Dünya da Sulh “ İlkesini benimsemiş olan ülkemizin, iç çekişmeleri bir yana bırakarak Misak-i Milli sınırlarımızı koruyacak bir politika ile geleceğimizi güvenceye almasını diliyorum.