Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en sıkıntılı ve en karmaşık sorunlarının yaşandığı bir dönemden geçiyor. Bu öylesine bir dönem ki, her türlü özgürlükler de yaşanan kısıtlamalar, sadece ihtilal dönemlerinde yaşanmıştır.
Kaldı ki, en uzun süren ihtilal dönemleri dahi iki üç yılla sınırlı kalmış ve askerler her defasında yönetimi sivillere terk etmişlerdir.
Oysa bugün, Türkiye’de ondört yıldır tek başına iktidar da olan sivil bir yönetim vardır. Ama ülke olarak kısıtlamaların tavan yaptığı, toplumun benden olanlar ve olmayanlar olarak karşı karşıya getirildiği, hepimizin ortak paydası olan dinimizin her zamankinden çok daha acımasızca siyasi çıkarlara alet edildiği, hukukun siyasi iradeye tam bağımlı hale getirildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Yine bu dönem de, Türkiye tarihinde görülmemiş boyutta kadın cinayetleri ve tecavüz olayları yaşıyoruz. Üzülerek söylemek gerekirse, bu tür insanlık dışı olayların altında yatan en büyük neden, hukukta yaşanan dağınıklık ve din adına belirli kesimlerin kollanma gayretkeşliğidir.
Bu girişten sonra, son günler de bir biri ardına patlayan tecavüz olaylarından ve bu olaylara en başta tavır koyması ve çözüm üretmesi gerekenlerin takındığı tavırdan söz etmek istiyorum.
Aslında Karaman’da bir dinsel bir vakfın yurdunda, bir eğitmenin yurtta kalan erkek çocuklarına uzunca bir süredir ve defalarca tecavüz ettiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan rezalet, ne ilktir ne de son olacaktır.
Nitekim daha bu iğrenç olayın tartışması sürerken, bu kez de Artvin’in Yusufeli İlçesin de benzer bir tecavüz olayı gündeme düşmüştür.
2002 Yılında Yusufeli Anadolu İmam Hatip Lisesinde okurken Kur’an öğretmeninin tecavüzüne uğrayan bir erkek çocuğu, eğitimi için ayrıldığı ilçesine yıllar sonra üniversite mezunu meslek sahibi olarak döndüğünde, aynı öğretmenin aynı okulda öğretmenlik yaptığını görüyor. Kısa bir araştırmadan sonra o öğretmenin 14 yıldır aynı okulda çocuk tecavüzlerine devam ettiğini ortaya çıkarıyor.
Evet, bu rezilliklerin sadece bugün olmadığı ve önceki yıllardan beri süregeldiği anlaşılmaktadır. İşin çok daha kötü yanı, bu iğrenç olayların dindar insan yetiştirmek iddiasında ki kurumlarda ve din eğitimi verenler tarafından işleniyor olmasıdır. Ama bu olayların çoğunun, utanma duygusu ile saklandığı ve bir kısmının da yöneticiler tarafından örtbas edildiği için çok fazla duyulmadığı biliniyor.
Hatta bu kadar ses getirmesinin bir başka nedeni de, utanarak söylüyorum, tecavüz edilenlerin kız çocuğu değil de erkek çocuğu olmasıdır.
Çünkü son zamanlarda kendisini din adamı olarak tanımlayan bir takım kişiler, hepimizin en kutsal değeri olan dinimize hakaret seviyesinde öylesine çarpık yorumlar ve fetvalar vermeye başladılar ki, adeta sapık ilişkilere davetiye çıkartıyorlar.
Bir babanın kendi kızına şehvet duymasının normal olduğunu söyleyen, dokuz yaşında ki bir kız çocuğu ile evlenilebileceği yönünde fetva veren din adamlarını ilk kez duyuyoruz. Daha da acısı, bu tür bazı fetvaların da Diyanet İşleri Başkanlığından çıkıyor olmasıdır.
Tüm bu çarpıklıkların altında yatan nedenler;
- Bu millete kendi dinini kendi lisanından öğrenmesini değil de, Arapça olarak öğretinin dayatılmış olması ve yıllardır da bunda ısrar edilmesi, en büyük yanlışımız olmuştur. Oysa dünya da, her ulus dinini kendi lisanından okur ve öğrenir. Örneğin İngiliz, İncil’i İngilizce, Fransız Fransızca, Alman Almanca olarak okur ve öğrenir.
- Bu millete dinini öğretmek için gerçek din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip Okullarını amacı dışına çıkartarak, bu okul mezunlarından din adamı olarak değil de, siyasi amaçlarla yönetici olarak faydalanma yönteminin seçilmiş olması, din eğitiminin eğitimsiz insanların elinde kalmasına neden olmuştur..
- Küçük yaşta ki çocuklara Kur’an öğretmek amacı ile mahalle aralarında açılmış olan sayıları hızla artan Kur’an Kurslarında ki eğitmenlerin yeterli donanıma sahip olmaması ve çok sıkı denetlenememesi de bir başka olumsuzluktur.
- Çeşitli vakıf ve dernekler tarafından ekonomik olanakları sınırlı olan ailelerin öğrencilerini barındırma amacı ile açılan yurtların amacı dışında eğitim amacı ile kullanılması da, birçok sorunu peşinden getirmiştir. Nitekim ülke yönetimini ele geçirmeye çalışan ve bugün adına “Paralelciler” Denilen bir Cemaatin de, bu tür yurtlarda ve özel evlerde palazlandığı henüz unutulmadı.
Üzülerek söylemek gerekirse, Karaman’da ki iğrenç ve insanın kanını donduran tecavüz olayı karşısında yetkililerin aldığı tavırda, bir o kadar düşündürücüdür.
Gerek Başbakan Sayın Davutoğlu’nun ve gerekse, Aileden Sorumlu ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun olayı kınarken, üç yıldır süregeldiği anlaşılan bu iğrenç olayın yaşandığı Ensar Vakfı’nın zarar görmemesi için özel çaba sarf etmesi, iğrenç olayın önüne geçmiştir.
Bu tavır da, bu tür vakıfların ve benzeri kuruluşların siyasi iktidar için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Artvin’in Yusufeli İlçesin de yaşanan tecavüz olayının ondört yıldır, Karaman’da ki tecavüz olayının da üç yıldır sürdüğü anlaşılıyor. Bu sürelerde yurt yönetimlerinin bu iğrenç olayları fark etmiş olmaması şaşırtıcıdır. Aksini düşünmek dahi istemiyorum ki, eğer öyle bir durum varsa bunun adı, düpedüz suç ortaklığı ve sapkınlığa göz yummaktır.
Bu olaylar bir kez daha göstermiştir ki, bu tür öğrenci yurtlarının bazıları konaklama amacının dışına çıkmış ve bunları kuranların değişik amaçları doğrultusunda ek görevlerde yapmaktadır.
Uzağa gitmeye gerek yok. Samsun’da da çeşitli dernek ve vakıflarca veya özel şahıslarca açılmış onlarca yurt bulunmaktadır. Bunları yakından izleyenler görecektir ki, bu yurtlara zaman zaman yurt ile ilişkisi olmayan yetişkin bir takım insanlar toplu olarak girip çıkabilmektedir. Bu nasıl iştir?
Üniversite öğrencilerinin kaldığı Devleti Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü yurtlarına bırakın orada konaklayan öğrencilerden başkasının girmesini, yurtta kalan öğrencilerin dahi giriş çıkışları sıkı kurallara bağlıdır.
Olayların olduğu yurtlar ise, ilk ve orta eğitim yaşında ki öğrencilerin kaldığı yurtlardır ve çok daha sıkı korunması gereklidir.
Özel ve Vakıf Yurtları kapatılmalıdır.
Bu olaylar yukarıda da belirttiğim gibi ne ilktir ne de son olacaktır. Gençlik ve Spor Bakanlığı son dönemlerde yurt konusunda önemli adımlar atmış ve kendi yaptıkları dışında, Kredi ve Yurtlar Kurumu aracılığı ile yurt olabilecek binaları da kiralayarak üniversite öğrencilerinin konaklama olanaklarını artırmıştır.
Bugün “Paralelciler “ Olarak adlandırılan bir Cemaatin yıllardır kurduğu dersaneler, özel yurtlar ve ışık evlerin de kendilerine emanet edilmiş çocukların beynini nasıl yıkadığı ve bu çocukları amaçları doğrultusunda nasıl devşirdiği ortaya çıkmadı mı? Bu Cemaatin yurt ve eğitim kurumları kapatılmadı mı?
Ülkemizin geleceği adına bu büyük tehlike nasıl önlendiyse, benzeri amaçlarla açılmış diğer tarikatların benzeri yurt ve eğitim kurumları da Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğüne devredilerek kontrol altına alınmalıdır.
Bu ülkenin geleceği olan çocuklarımızın namusunu korumak ve doğru eğitim almasını sağlamak, Devletimizin en öncelikli görevidir.
Bu görevi yapmamak veya bu tür kuruluşların kendisine yakın olanlarının yanlışlarını görmezden gelmek, bu yanlışlara ortak olmak demektir.
Umarım son günlerde ortaya çıkan olaylar, bir uyarı olarak algılanır ve bu olaylara göz yummuş kuruluşlara da gerekli cezalar verilir ve bu tür kuruluşlar Devlet kurumlarına devredilir.
Yarın, çocuklarımız tarafından suçlanacağımız bir ülke bırakmamak umuduyla, güzel bir hafta diliyorum.