Tüm dünyanın ilk başlarda biraz da “Önceki kuş ve domuz gribi gibi ağırda geçse sıradan gripal bir enfeksiyon olarak algılayıp, nasılsa bir süre devam eder ve biter” Anlayışı ile çok da önemsemediği CORONO veya COVİD-19 adıyla anılan mikron büyüklüğü ile anılan virüsün ilk görüldüğü Çin’de bir anda bine yakın kişinin ölmesi ile işin şakasının olmadığı anlaşıldı.
Turistler aracılığı ile hızla dünyanın diğer ülkelerine yayılmaya başlayan Corona, bir anda yüzyılın kâbusu haline geldi. Çin’in çok kısa sürede aldığı karantina kararları ve hızla yaptığı özel hastaneleri ve üretimini hızlandırdığı kontrol kitleri ile kısa sürede salgının hızını kesti ve sonunda da durdurdu.
Şubat ayı başlarında adı ilk kez duyulduğunda işi ciddiye almayan dünya da ilk kez İtalya ve İspanya Corona’ya teslim oldu. İtalya ve İspanya’da ölümlerin binleri bulmasının ardından Almanya, İngiltere ve en son da Amerika’da tam bir panik havası başladı. Henüz bu virüse etkin bir aşının bulunmamış olması sonucu, neredeyse tüm dünya insanları evlerine kapandı. Binlerce kişinin bulunduğu dev turistik gemiler karantinaya alındı.
Şimdilik bu kötü tabloya en dikkatli girmiş ülke olarak görülüyor olsak da, bizim toplumsal alışkanlıklarımız ve her sıkıntıyı Allah’a havale ederek “Biz iman sahibiyiz, bize bir şey olmaz” İnancını taşıyan bir kesim, hala bu belanın yaygınlaşmasının nedeni olacağının bilincinde değil.
Yazımın dün yayınlanan 1. Bölümünde bu konuyu detaylıca incelemiş ve bu belanın topluma öğrettiklerini özetlemiştim. Bugün 2. Bölümde de bu virüs sayesinde hatırladığım yanlışlarımızı özetleyeceğim.
COVİD-19’ UN HATIRLATTIĞI YANLIŞLARIMIZ;
Tarihin, geçmişini bilmeyenlere, unutanlara ve çarpıtanlara zamanı geldiğinde bunları nasıl hatırlattığını yaşayarak görüyoruz.
1- İLAÇ ÜRETİMİNDE Kİ YANLIŞIMIZ;
Milli olmanın sözle olamayacağını, canımız fazlaca yanarak kaybettiğimiz canlarla bir kez daha görüyoruz. Ben sizlerle mesleğim olan ilaç konusunda ki yanlışımızı paylaşacağım.
Bilindiği gibi 2006 yılında toplumun tüm kesimlerinin Genel Sağlık Sigorta kapsamına alınmasıyla, SGK hem ilaç firmaları hem de eczaneler açısından ilacın da tek alıcısı ve patronu konumuna gelmiştir.
SGK bu gücünü kullanarak ilacı aşırı ucuzlatmak üzere yaptığı bastırmalar sonucu sağlanan çok ciddi indirimin, ülkemize ne kadar ağır bir fatura yüklediğini bugün açıkça görüyoruz.
Önce ki yıllarda Türk Eczacılar Birliği ve Eczacı Odalarının tüm bastırmalarına rağmen “zarar ediyoruz” Diye indirime yanaşmayan uluslararası ilaç tekellerine bağlı firmaların, bu kez çok da direnmeden indirimleri kabul etmesinin nedeni anlaşıldığında, iş işten geçmiş ve bu temeli olmayan indirimlere dayanamayan yerli ilaç firmaları ya kapanmış veya yabancı ilaç tekellerinin eline geçmişti.
İşte o yabancı kökenli ilaç tekelleri, tüm ilaç piyasasını ele geçirip alternatifsiz kalınca, istedikleri fiyatı alamadıklarında, ilacı piyasaya vermeyerek amaçlarına ulaşmakta ve ülkemizi acımasızca sömürmektedirler.
Kısacası dimyata pirince giderken evde ki bulgurdan da olmuş ve ülkemiz ihtiyacını karşılama noktasında 0’ lara ulaşan yerli ilaç sanayimizi kendi ellerimiz ile öldürmüştük. O dönemde bu gazetede ki köşem de yazdığım bir köşe yazımda bu konuya değinmiş ve gelecek tehlikenin altını çizmiştim. (26.01.2007 tarih ve İlaç Yokluğu Krizinin Dünü Bugünü) Başlıklı yazımı konunun önem kazanması nedeniyle, önümüze ki günlerde bu köşede bir kez daha paylaşacağım.
Bugün çok basit antiseptik solüsyonlar için dahi yabancı firmalara mahkûm olmanın acısını yaşıyoruz. Ama şimdi vereceğim örnek çok daha yürek yakıcıdır. Umarım bu salgın ülkemiz de daha da yaygınlaşmaz ve böyle bir kritik dönemde ilaç bulamama krizi yaşamayız.
Yerli İlaç Sanayimizin yeniden ayağa kalkması, milli bir politika olarak kabul edilmeli ve yerli ilaç sanayicilerine devlet desteği sağlanmalı, onlar cesaretlenmelidir.
Şimdi bu COVİD-19’ un hatırlattığı bir başka yanlışımızdan söz edeceğim.
2-REFİK SAYDAN HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜNÜN
KAPATILMASI YANLIŞIMIZ;
Bugün Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmış olmasının boşluğunu yaşıyoruz. Bazı kurumlar vardır ki, onların varlığı stratejik açıdan çok önemlidir ve bu kurumların, “nasıl olmazsa olmaz olduğu” Savaş, çok büyük doğa felaketleri ve bugün yaşanan virüs salgınları gibi olaylarda çok daha iyi anlaşılır.
Bu ülke insanı, Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde sadece ülkesini işgal eden düşmanlardan temizlediği Kurtuluş Savaşı Zaferini kazanmamış, bugün dahi nasıl becermişler diye hayretle izlediğimiz sosyal yaşam için son derece gerekli onlarca tesisi hayata geçirmişlerdir. Bunlardan birisi de maalesef bugün kapatılmış olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’dür.
Üzülerek söylemem gerekirse, bazı çok önemli kurumların varlığını, onlara çok ihtiyaç duyulan felaketleri yaşadığımızda öğreniyoruz.
Kurtuluş Savaşı gibi büyük bir savaştan çıkmış Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün eksikliğini görerek kurulması kararını verdiği en önemli kuruluşlarından birisinin de halkın sağlığını korumak üzere gerekli aşıları üretecek olan bir laboratuvardır.
Bu eksiği gidermek üzere Refik Saydam Enstitüsü, Cumhuriyet Döneminin ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam tarafından 1928 yılında Ankara’da kurulmuştur.
Kısa sürede halkımızın çok ihtiyacı olan Kolera, Kuduz, Tetanos, Tifo, Difteri, Akrep, Şarbon ve Çiçek gibi aşılar üretilmeye başlamıştır. Bu aşılar kendi insanlarımızda kullanıldığı gibi, salgın çıkan ülkelere de gönderilmiştir. Nitekim Çin’de çıkan kolera salgını sırasında bu ülkeye önemli miktarda kolera aşısı gönderilmiştir. (Bu arada, son günlerde Çin’den ithal edilen ilk Corid-19 kontrol kitinin, o dönemde gönderdiğimiz kolera aşısı nedeniyle ücretsiz gönderildiği bilgisi de, o dönemin önemini anlatıyor sanırım.)
Zamanla gelişen ve büyük bir fabrika kurulması yönünde ki çalışmalar hızlandırılmış ve bu amaçla Esenboğa Yolu üzerinde aşı ve serum üretiminde kullanılacak atların yetiştirildiği bir de at çiftliği kurulmuştur.
Ne yazık ki, bu çok önemli milli kuruluşumuz da Özal döneminde başlayan liberal ekonomi sevdasının kurbanı olmuştur. Bu tesisimizin geliştirilmesi amacıyla Mario Pastör Firması ile bir ön anlaşma yapılmış ama bir süre sonra adı geçen firma yetkililerinin,” Bu tesisin cihazları çok eski. Bunları yenilemek çok masraflı olur. Biz bu aşıları size çok daha ucuza veririz” Teklifine boyun eğilerek Refik Saydam Enstitüsü’nün At Çiftliği kapatılır ve arazisi satılır ve enstitü kaderine terk edilir. 2011 Yılında da maalesef tamamen kapatılır.
İşte bu tesis de diğer milli kuruluşlarımız ve fabrikalarımız gibi kapatılmak yerine cihazları yenilenerek kadrosu bilim adamları ile güçlendirilmiş olsaydı, bugün çok gerekli olan Covid-19 Virüsü ’nün teşhis ederek ölümleri önleyecek kontrol kitlerini üretiliyor olacaktık.
SONUÇ:
Bu salgın, bir kez daha milli sanayi ve stratejik tesislerin bir ülke için ne derece olmazsa olmaz önemde olduğunu göstermiştir.
Çağdaş bir ülke olmanın ve halkını her türlü olumsuzluklardan koruyabilmenin tek yolunun da bilime ve bilim adamlarına sahip çıkmakla ve onların önerilerini önemsemekle olduğu net bir şekilde görülmüştür.
Umarım bu konularda yapılan yanlışlardan döner ve sömürgeci düzenin uluslararası kuruluşları aracılığı ile dayattığı yalan yanlış özelleştirme sevdası ile milli kuruluşlarımızı yok etmekten vaz geçeriz.
Görevlerinin başında fedakârca görev yapan tüm Doktor, Eczacı, Diş Hekimi, Hemşire, Sağlık Teknisyeni, İdari ve Yardımcı Personel ile 112 Servislerine kolaylıklar dilerim. Lütfen kendi sağlıklarına da dikkat etsinler.
Başta 65 yaş üzeri bizler olmak üzere, ihtiyacı olmayan herkesin evlerinden çıkmayarak bu salgın felaketinin en az hasarla atlatılmasına yardımcı olmamız dileğiyle sağlıklı bir hafta diliyorum