Dünya tarihinin çok önemli bir sürecinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu, son dönemlerinde ki kötü yönetimler sonucu parçalanıyor ve elinde kalan Anadolu toprakları da 1.Dünya Savaşını kazanan devletler tarafından paylaşılıyordu.
Umutların kalmadığı bir an da Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde bir mucize yaratılıyor ve kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrası Çağdaş, Laik ve Hukuk temelinde yepyeni bir Türk devleti Kuruluyordu.
Bu yeni devletin adı, Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Yeni Türk Devletini kuran iradenin, devletin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak belirlemesi sonrası 1924 de “Cumhuriyet Halk Fırkası” Adı ile kurulan siyasi partinin adı, 1935 de “Cumhuriyet Halk Partisi” Olarak değiştiriliyordu.
Kuruluş aşamasın da “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” CHP’nin dört temel ilkesi olarak belirlenmiş ve 1935 yılında, “Devletçilik” ve “Devrimcilik” İlkeleri de eklenerek Partinin ilkeleri altıya çıkartılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti ile aynı yaşa sahip bir parti olan CHP, 1950 yılına kadar ülkemizi tek başına yönetmiştir.
Kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği devrimler ve kalkınma hamlesi ile başta eğitim, sanayi, hukuk ve ulaşım olmak üzere hemen her konuda çağdaş dünyayı yakalamayı hedeflemişti.
Atatürk’ün ölümü sonrası,1938 de Cumhurbaşkanı olarak CHP’ de liderliği ele alan İsmet İnönü döneminde ise, patlayan 2. Dünya Savaşı (1939-1945) tüm Avrupa’yı kan gölüne çeviriyordu.
1.Dünya savaşı ile topraklarının çok büyük kısmını kaybettikten sonra işgalden kurtarılan son vatan toprağı Anadolu’da kurulan son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu savaşa girmesi, sonu olabilirdi.
Ülkemizi yöneten CHP, İsmet İnönü’nün basiretli yönetimi ile Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’nın dışında tutmayı başarıyordu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, 15 yıl gibi kısa bir süreçte çağdaş dünyayı yakalamak adına çok önemli devrimleri gerçekleştirmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, 2.Dünya Savaşını da dışında kalarak zararsız atlatmıştı.
Aynı CHP, İsmet İnönü’nün liderliğinde demokrasimizi daha da geliştirmek üzere, çok partili demokratik rejime geçişin de önünü açıyordu.
Ne var ki, CHP içerisinden çok sayıda kişi devrimlerin henüz tamamlanmadığını, özellikle de Türkiye’yi çağdaş ülkeler arasına sokan Laik düzenin tam yerleşmediği endişesi ile çok partili demokrasiye geçişi erken buluyordu.
Buna rağmen İsmet İnönü liderliğinde ki CHP İktidarı siyasi partiler kanunu değiştirerek çok partili demokrasiyi gerçekleştiriliyordu.
1950 seçimlerinin dürüst ve güvenilir bir şekilde gerçekleşmesine de zemini hazırlayan CHP, bu seçimin sonucunda 27 yıllık tek parti iktidarı sorunsuz ve demokratik yollardan sona eriyordu.
*********************************
VE CHP’ E YAPILAN HAKSIZ SALDIRILAR BAŞLIYOR.
1950 seçimleri demokrasimizin gelişmesi açısından doğru olduğu kadar, çok partili demokrasiyi erken bulanları da haklı çıkartıyordu. Çünkü 1950 Seçimi, günümüzde de acımasızca sürdürülen CHP’ e yapılan haksızlıkların ve dinin siyasete alet edilişinin de miladı olmuştur.
Aslında çok partili rejimin ilk denemesini daha önce Atatürk’te yapmış ve kurulan Halk Fırkası ile Türkiye’nin henüz buna hazır olmadığını görerek bu uygulamaya son vermişti.
1950 Seçimlerine 2. Siyasi parti olarak giren Demokrat Parti’nin seçim çalışmalarında kullandığı en önemli kavramlar dinsel içerikliydi. Nitekim DP sözcülerinin kullandığı en önemli slogan, herkesin dinini kendi lisanından öğrenmesi ve anlayarak namaza gitmesini özendirmek için başlatılmış olan “Türkçe ezan okunması uygulamasını kaldıracağız “ Söylemiydi.
Evet, CHP tek parti iktidarında sonucu nelere mal olacağı bilinemeyecek olan 2. Dünya Savaşına Türkiye’yi sokmama başarısını göstermişti ama her an girmek zorunda kalacağımız hesabıyla da, “Seferberlik İlanı” gibi bazı sert önlemleri almıştı.
Çevremizde savaşın devam ettiği günlerde iç ve dış ticaret durmuş, tedbir amaçlı köylünün ürettiği ürünlerin bir kısmına el konulmuş, bazı kaynaklara göre buğdayların stoklanması için bazı okulların ve camilerin kullanıldığı durumlar da olmuştu.
Toplumunun çoğunluğu muhafazakâr olan ülkemizde, seçim kazanmak için “CHP’ nin camileri kapattığı” İddiası ile 1950 Seçiminde başlayan haksız suçlamalar ve CHP’ ne yapıştırılan “Dinsiz Parti” Yaftası, o günden bugüne kadar hala her seçim de sağ partilerin kullandığı en önemli sloganı olmuştur.
Kısacası çağdaş bir ülke olabilmenin ilk şartı olan din işleri ile devlet işlerinin ayrılması olan Laiklik ilkesi, bunu gerçekleştiren CHP’nin dinsizlikle suçlanması için araç olarak kullanılmış ve hala da kullanılmaktadır.
1950 Seçimlerin de seçim kazanmanın en önemli aracı olarak Adnan Menderes ile başlayan, hepimizin ortak değeri olan ”Dinin siyasete alet edilişi” Uygulaması, sonra ki yıllarda da iktidara gelen Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve günümüzde de AKP liderlerinin en büyük seçim silahı olmuştur. Hatta bir başka yönüyle, 11 Eylül İhtilali’nin Lideri Kenan Evren’ de kutsal dinimizi söylemlerine alet etmekten çekinmemiştir.
Üzülerek söylemek gerekirse, din faktörü zaman zaman da mezhepler üzerinden yürütülmüştür. Mezhepler üzerinden yürütülen siyaset, geçmişte çok sayıda masum insanımızın kanının döküldüğü iç çatışmalara da neden olmuştur.
Geçmişte yaşanan bu olumsuzluklara rağmen, bu yanlışlar günümüz siyasetinde hala kullanılmaktadır. CHP’nin bugün ki liderinin mezhebi üzerinden verilen mesajlar, ne yazık ki kırsalda yankı bulmaktadır.
*******************************
DİNİN SİYASİ ARAÇ OLARAK KULLANILDIĞI SÜRECE
CHP’ NİN SEÇİM KAZANMA ŞANSI OLAMAZ.
Üzülerek söylemek gerekirse, Türkiye demokrasisinin en önemli sorunu, vatandaşının en kutsal ortak değeri olan dinimizin ve inancının acımasızca istismar edilmesidir.
Bunun en önemli nedeni de, tüm çağdaş ülkelerin tersine bu millete dinini kendi lisanından öğrenmesinin bugüne kadar sağlanmamış olmasıdır.
Eğer bir ülke de aradan geçen 70 yıla rağmen, 2. Dünya Savaşı sırasında ki zorunlu önlemler nedeniyle bir parti dinsizlikle suçlanmaya devam ediyorsa, bu çok büyük haksızlık ve siyasi bir ayıptır.
Ve de, başında ki liderinin mezhebi üzerinden yıpratma yapılıyorsa ve kırsalda da bu söylemler, hala bazılarınca “Çok dürüst bir insan ama biz, mezhebimiz gereği ona oy vermeyiz” Şeklinde karşılık buluyorsa, bunun adı siyaset yapmak değil, düpedüz ayırımcılıktır.
Bu yönetim şeklinin adı demokrasi olamaz
Sonuç olarak söylemek gerekirse, yapılan bu haksızlıklar CHP’ nin yönetim kadrolarında ki yetersizlikleri, yetersiz politikalarını ve de yeteneksiz teşkilatlarını da gözden kaçırtıyor.
Türkiye’yi çağdaş dünyayla tanıştıran geçmişin tek parti iktidarının eleştirildiği günlerden, yeniden tek parti iktidarlarına doğru sürükleniyor olmamız akıl alacak bir iş değildir.
Tek çözüm, toplumun tüm kesimlerini mutlu edecek özgürlüklerin doyasıya yaşanacağı, herkese güven verecek bir hukuk düzenin kurulacağı ve uzlaşma kültürünün öne çıkacağı siyaset anlayışı ile gerçek demokrasinin yerleşmesidir.
Bu ülke insanlarının oyunu alan tüm siyasi partilerin de görevi bu olmalıdır.
Çocuklarımıza ve torunlarımıza gerçek demokratik bir yaşam ortamının sağlandığı günleri yaratmak dileğiyle, iyi haftalar.