Son dönemlerinde kötü yönetilen Osmanlı İmparatorluğu, zamanla üç kıtaya yayılan tüm topraklarını kaybetmişti.
20. Yüzyılın başında Avrupa’yı ateş topuna çeviren 1.Dünya Savaşı’nda da kaybeden tarafta yer alan Osmanlı İmparatorluğu’nun, elinde kalan son vatan toprağı olan Anadolu’nun da Ege, Akdeniz, doğu ve Güneydoğu Bölgelerikazanan ülkeler tarafından işgal edilmişti.
İstanbul ise, İngiliz askerlerinin kontrolü altında olup, Osmanlı Hanedanı’ da İngilizlerin gözetimi altında bulunmaktadır.
Evet, 1918 yılı sonralarına gelindiğin de ülkemizde ki durum budur. Osmanlının asker gerektiği zamanlar dışında hiçbir zaman önemsemediği ve hiçbir hizmet götürmediği bu toprakların asıl sahibi olan Türkler, bir anlamda Anadolu’nun ortasında ki dar bir alana sıkıştırılarak esaret hayatı yaşamaya mahkûm edilmişti.
Anadolu halkı işgal altında inlemektedir.Kızlara ve kadınlara tecavüz edilirken, binlerce insanımızında katledildiği Anadolu’davahşi bir işgal sürmektedir.
Anadolu halkının tüm umutlarını kaybettiği bir anda, yaşamını Osmanlının cephelerinde geçirmiş bir subay olan Mustafa Kemal Paşa, işgale isyan bayrağını açar.
19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a çıkarak yaktığı özgürlük meşalesi ile başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı dünyayı şaşırtan 30 Ağustos Zaferinoktalayan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, Anadolu’yu işgalcilerden temizlemişti.
Mustafa Kemal Paşa bir Osmanlı subayı olarak cepheden cepheye koşarken bir yandan da lisan öğrenmiş ve çok okuyarak kendisini geliştirmişti.
Üç kıtaya yayılmış toprakları ile müthiş imparatorluk haline gelmiş olan Osmanlı’nın çöküşünün ve Avrupa hızla gelişirken Osmanlı’nın geri kalışının nedenlerini araştırmıştı.
Bu geri kalışın en önemli nedeni olarak bu koca imparatorluğun bir ailenin hanedanlığına teslim edilmiş olmasında ve hanedanın kendi saltanatlarını korumanın dışında dünyada ki hiçbir gelişmeyi izlemediklerini tespit etmişti.
Bir başka tespiti de kul ile Allah arasında kalması gereken dinimizin devletin yönetiminde söz sahibi olmasının yarattığı sakıncalardı.
Özellikle matbaayı dahi Avrupa’dan ancak 150 yıl sonra ülkesine getirebilen ve bunun sonucu olarak eğitim ve bilimde çok gerilerde kalan Osmanlı’nın, çok kötü yönetildiği sonucuna varmıştı.
Yaptığı bu tespitler Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşlarını, kazanılan zafer sonrası kuracakları yeni devletin temelini, eğitim ve bilim üzerine oturtulması ve halkın da yönetime ortak olacağı bir yönetim biçimine sahip olması gerektiğine inandırmıştı.
Bu nedenle de yüzyıllarca göz ardı edilmiş Anadolu insanını adam gibi yaşatmak ve onları çağdaş ülkelerin sahip olduğu düzeye getirmeyi amaç edinmişti.
Bu ilkelere göre kurulacak devletin yönetim biçimi, halkın da direkt veya vekilleri ile yönetime katılacağı Cumhuriyet olmalıydı.
İşte, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramları, yoktan var edilen yeni Türk devletinin devletin Cumhuriyetle yönetileceğinin ilan edildiği 29 Ekim 1923’ ün yıldönümüdür.
Dün 95.yılını kutladığımız Cumhuriyetimize sahip çıkmak, geleceğimizin özgür ve aydınlık olabilmesinin ön şartıdır.
Çünkü Cumhuriyet rejimlerinde halk vardır. Gerçek Cumhuriyet rejimlerinin temeli demokrasiye dayanır. Demokrasilerin temel taşları da eşitlik, özgürlük ve hukukun üstünlüğüdür.
Demokrasi, tam uygulandığı toplumlarda siyasi, ekonomik, dini, kültürel, etnik, yasal eşitlik konularını öne çıkartan bir anlayıştır.
Ancak adında Cumhuriyet kelimesi bulunan her devlet, gerçek bir cumhuriyet rejimine sahip değildir. Çünkü Cumhuriyet rejimi, ancak demokrasi ile birlikte olduğunda çağdaş bir yönetim biçimi olarak kabul edilebilir.
Demokrasinin temeli ise, kuvvetler ayrılığı (Yasama, Yürütme ve Yargı) prensibine dayanır. Hukukun ve özgürlüklerin ve eşitlik ilkelerinin uygulanmadığı demokrasilerde sadece seçim yolu ile iktidara gelmek, halka dayalı bir rejim olarak kabul görmez.
Bu konuda demokrasinin yeşerdiği topraklarda doğmuş, ünlü feylesof Eflatun demokrasi için bakın neler söylemiş;
“Demokrasinin esas prensibi, halkınegemenliğidir. Ancak toplumun kendiniyönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkinve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer busağlanamazsa demokrasi, otokrasiye, tekbir kişinin mutlak, sınırsız biçimde iktidarıelinde tuttuğu bir siyasal sisteme evrilir.Halk övülmeyi sever. Onun için güzelsözlü demagoglar yetersiz deolsalar başa geçebilirler. Oy toplamasınıbilen herkesin, devleti idare edebileceği desanılır.
Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsizkitlelerle demokrasiye geçilirse, oligarşi (Azsayıda kişinin iktidarı elinde bulundurduğu)düzen oluşur. Sürdürülürse demagoglar türer.Demagoglardan da diktatörler çıkar.”
Daha iyi bir rejim modeli bulunana kadar şu an için en iyi yönetim biçimi kabul edilen demokrasinin bile,onu koruyacak kurallarınişletilmediği zaman nasıl tehlikeli bir yönetim biçimine dönüşeceği,Eflatun tarafından yüzyıllar önce çok güzel anlatılmıştır.
Bu nedenlerle, çocuklarımıza ve torunlarımıza eşit, özgür ve hukuk kurallarının geçerli olduğu çağdaş demokrat bir Cumhuriyet bırakmak bizlerin ödünsüz görevi olmalıdır.
Yaşasın Cumhuriyetimiz, yaşasın Türküm diye haykıran halkımız.
Bize özgür yaşayabileceğimiz bir devlet ve Cumhuriyet armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprakları kanlarıyla özgür kılan şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Işıklar içinde yatsınlar.
Özgür ve kuralları ile işleyen nice Cumhuriyet Bayramları kutlayabilmemiz dileğiyle, iyi haftalar.