Bu ülkede siyasetçi olmanın karşılığı ne yazık ki demokrasilerde tarif edilenle uyuşmuyor. Yine üzülerek söylemek gerekirse, bu dünde böyleydi bugünde düzeleceğine daha da bozularak devam ediyor.
Oysa siyaset alanı, öncelikle kişisel sorunlarını aşmış ve sivil toplum kuruluşlarında görevler alarak toplumsal sorunların çözümü konusunda kendisini yetiştirmiş, birikim ve deneyim kazanmış insanların sorumluluk alacağı yerlerdir.
Öncelikle de siyaset yapacak olanların, hiçbir şekilde kişisel çıkar beklentisi olmamalıdır. Toplum olarak kabul gören ilkeleri olmalı ve bu ilkelerinin arkasında durabilmelidir.
Kısacası, son dönemlerde çok kullanılan “Adam gibi adam olmak” Deyiminin en geçerli olduğu alan, siyasettir.
Peki, bunlar “Türk siyasetinde ne derece geçerlidir?” Sorusuna kim olumlu cevap verebilir? Ne yazık ki, bu sorulara ülkemizde olumlu cevap vermek mümkün değil.
Zaten güvenirlik anketlerinde siyasetçilerin en altlarda yer alması da bunu kanıtlıyor.
Bu girişi yapmamın nedeni, iki siyasetçinin anlattığım olumsuzlukları artık alışkanlık haline getirerek ve Türkiye’de ki beklenmedik siyasi yapılanmaların aktörü haline gelmiş olmalarıdır.
Bu iki deneyimli siyasetçi Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’dir. Her ikisi de başta kendi partilerinin üyeleri olmak üzere, herkesi şaşırtmayı sürdürmektedirler.
Daha önce de her iki siyasetçinin de kendi tabanını dahi şaşırtan dönüşlerini bu köşede değerlendirmiştim.
Ama Deniz Baykal geçtiğimiz hafta öylesine bir çıkış yaptı ki, bir kez daha öncekilerde de olduğu gibi yaptığı zamanlama yanlışı ile CHP’ de deprem yarattı.
O nedenle, bugün bir kez daha Deniz Baykal ile ilgili yeni değerlendirmemi sizlerle paylaşıyorum.
Öncelikle bir konunun altını önemle çizmek istiyorum. CHP bugün henüz istenen seviyede değilse, bunun en büyük nedeni partinin dünden bugüne genel başkanlığını yapan siyasetçilerin görevlerini yeterince yapamamış olmalarıdır.
Bu başkanların içerisinde en başta gelen de Deniz Baykal’dır.
Neden mi?
Bunu daha iyi anlayabilmek için Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı öncesi ve sonrasında ki tavırlarına bakmak gerekir.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi dönemde CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit ile hizip çatışması yaşayan Baykal, 12 Eylül Darbesi sonrası da bu tavrını sürdürmüştür.
Darbe sonrası kurulan Halkçı Partinin yerini bıraktığı SHP ‘nin başına Erdal İnönü getirilir.
SHP, ilk girdiği 1987 seçimlerinde %24 oy almış ama Genel Sekreter olan Baykal, bu kez de parti içi hizipleri kullanarak Erdal İnönü ile çatışma içerisinde olma alışkanlığını sürdürmüştür.
Daha sonra Erdal İnönü Genel Başkanlığı Ankara Belediye Başkanı Murat Karayalçın’a bırakır. Baykal’ın hedefinde bu kez de Murat Karayalçın vardır.
Eski siyasi partilerin kurulmasına izin verilmesi ile SHP’den istifa eden Deniz Baykal 1992 de yeniden kurulan CHP’nin başına geçer.
Bu kez de solda iki partinin bulunmasının yarattığı rahatsızlıkla SHP’ nin içinde ki Baykal hizbi, kamuoyunun da desteği ile SHP’ni CHP ile birleşmeye zorlar.
Sonrası iki parti birleşir ve yapılan Genel Kurulda Murat Karayalçın kaybeder ve Baykal sonunda ilk kez CHP’ nin Genel Başkanlığı’na seçilir.
Baykal’ın Genel Başkan olarak ilk girdiği 1999 seçimlerinde CHP, %8 oy ile baraj altında kalarak meclise giremez. Bunun üzerine Baykal istifa etmek zorunda kalır ve Altan Öymen Genel Başkan olur.
15 ay aradan sonra Haziran 2000’ de Baykal hizbinin talebi ile toplanan olağanüstü Genel Kurul’da Baykal yeniden CHP Genel Başkanı olur.
Bilindiği gibi 2001 de iktidar da olan Bülent Ecevit Koalisyonu, ülkenin içine girdiği ekonomik dar boğazla uğraşırken, ilginç gelişmeler olur ve Amerika’dan gelen Kemal Derviş isminde ki ekonomist ekonomiyi düzeltir ama koalisyonu da çatlatır ve MHP’ nin de desteği ile erken seçim kararı aldırır.
Bu arada inanılmaz kısa bir sürede kurularak teşkilatlarını tamamlayan AKP, 2002 erken seçimlerinde aldığı %34 oy ile tek başına iktidara gelirken MHP, DSP, DYP ve ANAP baraj altında kalır. CHP de aldığı %19 oy ile Ana Muhalefet Partisi olur.
Ancak Anayasa Mahkemesi seçimler öncesi bir suçtan cezaevinde olan AKP kurucusu Recep Tayyip Erdoğan için seçilme hakkı olmadığı gerekçesi ile Genel Başkan ve milletvekili seçilme hakkı olmadığına karar verir. Bunun üzerine Hükümeti Abdullah Gül kurar.
Devreye Deniz Baykal girer ve yapılan bir yasa düzenlemesi ile bahane yaratılarak iptal ettirilen Siirt Seçimleri yenilenir ve oradan aday olan Recep Tayyip Erdoğan seçilerek Meclise girer ve ilk fırsatta da hükümet Başkanlığını olur.
16 yıla yaklaşan süreçte tek başına ülkeyi yöneten Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasette önünü açan Deniz Baykal’dır. Bu girişiminin altında ki gizemi, Zülfü Livaneli bir köşe yazısında çarpıcı bir şekilde anlatmıştır.
Bu Baykal’ın son dönemlerde ki ilk anlaşılmaz çıkışıdır.
2015 Seçimlerinde tek başına iktidar olma şansını kaybeden AKP’ de ki şaşkınlık sürerken bu kez de Devlet Bahçeli devreye girer ve hiç parti ile koalisyon kurmaya yanaşmayarak seçimin tekrarlanmasını önerir.
Ancak tekrar seçim kararı alınması için Meclis Başkanı’nın seçilmesi zorunludur.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday çıkaran CHP ile MHP’ nin bu seçime de ortak adayla girerek Meclis Başkanlığını alması beklenirken, partisinin bilgisi dışında Cumhurbaşkanı ile sürpriz bir görüşme yapan Baykal, partisine sormadan Meclis Başkanlığına aday olur.
Bu nedenle, CHP Yönetimi parti içi dengeleri düşünerek MHP ile ortak aday çıkartma yoluna gidemez.
Bu da Baykal’ın, AKP’ nin tek başına iktidarını devam ettirmesinin yolunu açan 2. Desteğidir. Çünkü bu girişimi ile bir AKP’linin Meclis Başkanı seçilmesinin önünü açar.
Meclis Başkanlığını da alan AKP, tekrar seçim kararını rahatlıkla TBMM’ den geçirir ve yenilenen seçimle de tek başına iktidar olma şansını yeniden eline geçirir.
Yarın ki yazımın 2. Bölümünde Referandum sürecinde ki son derece beğeni toplayan Deniz Baykal’ın anlaşılmaz son çıkışının hikayesini ve CHP’ de ki son gelişmeleri sizlerle paylaşacağım.
Güzel bir hafta başlangıcı dileğiyle.
SAMSUNLULAR, LÜTFEN! UNUTMAYINIZ.
HAVA ALANIMIZ ÜÇ AYLIĞINA KAPATILACAK.
2. Pistin maliyetinin gerekçe olarak gösterilerek yapılmaması ve alanın kapatılarak onarılacak olmasının şimdi de üç ay ertelenmiş olması düşündürücüdür.
Böylece acil bir neden olmadığının ortaya çıkması ile kapatmanın asıl nedenin, bunlar olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu, bir kez daha Samsun’a yapılan bir dayatmadır.
Soru şu; Neden bu dayatmaya sessiz kalınıyor?
NEDEN? NEDEN? NEDEN?