DÜNDEN BUGÜNE ÜLKEMİZİN YÖNETİMİNDE KORKUTMA YÖNTEMİ NEDEN VE KİMLER TARAFINDAN KULLANILMIŞTIR?
Geçen hafta ki köşe yazımın başlığı, “Bu ülke korkutularak yönetilmeyi hak etmiyordu”
O yazımda, Türkiye’nin Atatürk sonrası tüm dönemlerde adı değişerek de olsa bir şekilde korku yaratılarak yönetildiğini yazmış ve bu korku ortamının yaratılmasının sorumlularını da bu hafta ki yazım da irdeleyeceğimi belirtmiştim.
O yazımda,bir dönem kolluk kuvvetleri (Jandarma)ile kurulan korku düzeninin daha sonra, iktidarların kendileri gibi düşünmeyenleri her dönem değişen suçlarla yaftalaması ile devam etmiştir.
Bu suç unsurları yeri gelmiş “Kominist”, yeri gelmiş sağcı-solcu başlığı adı altındaözetlenen “Faşist, Ülkücü, TİKKO VE DHKP-C’ li vs.”, bir ara mezhepler “Sünni- Alevi”, devamında“Darbeci”, “Laik- Şeriatçı”, Son dönemde de “Fetö terör Örgütü üyesi”olma suçlamaları ile toplum baskı altına alınarak yönetilmiştir.
Korku ve baskı ile bir ülkenin yönetilmesinin hiçbir demokrasi modelinde de yeri olamaz. Eğer bu tür olaylar oluyor ve sürekli hale geliyorsa, o ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez.
BÖYLE BİR DÜZENİN OLUŞMASININ NEDENLERİ;
- Korkuya dayalı baskı yönteminin siyasi iktidarlar tarafından alışkanlık haline getirebilmesinin en önemli nedeni, o ülkede denetim kurumlarının görevini yapamamasıdır.
- Bu anlamda çok önemli bir kurum da yargıdır.Ancak yargının tam bağımsız olarak görev yapabiliyor olması şarttır ki, üzülerek söylemek gerekirse ülkemizde yargı hemen hemen hiçbir dönemde tam bağımsız olamamıştır. Ama günümüzde ki gibi de hiçbir dönemde siyasi iradenin tam güdümü altına alınmamıştır.
- Bu düzenin devamlılık kazanmasında, hatta oluşmasında görevini tam yapmayan veya yaptırılmayan bir başkaiki kurum da basın ve bazı sivil toplum kuruluşlarıdır. Basın kuruluşlarının mesleği gazetecilik olmayan işadamlarının eline geçmesi ve bu işadamlarının basını iş alanlarını genişletmek amacıyla kullanması, onları siyasi iktidarlarla iyi ilişkiler içerisinde olma noktasına getirmiştir.Bu da basınıntoplum adına sorgulama ve denetleme şansını yok etmiştir. Ancak son dönemde ki yönetim anlayışı gereği basının %90’ ı siyasi iradenin tam bağımlısı ve destekçisi konumuna gelmiştir. Basın ve bazı STK’ ların da iktidarların belirlenmesin de (Örnek olarak 1960 darbesi sonrasında Süleyman Demirel’in çok kısa sürede nasıl Adalet Partisi Başkanı, hemen ardından da Başbakan oluşu ile1978-1979 daki ambargolar döneminde basın ve bazı sivil toplum kuruluşlarının etkin rol aldığı kuyruklar sonunda, rahmetli Ecevit Hükümetinin düşürülmesinin hikayesi)
- Tüm olayların ve çağdaş demokrasi gereği tam bağımsız olmasıgerekli kurumların siyasi iradenin güdümüne girerek demokratik rejimden hızla uzaklaşılmasının en önemli ve belki de ilk nedeni, 1950 yılından bu yana giderek artan bir tempoda hepimizin ortak paydası olan dinimizin, iktidara gelmenin en büyük silahı haline getirilmiş olmasıdır.
- Dinimizin siyasete alet edilmesi ve dindar bir kuşak yetiştirme adına yaratılan dinsel baskılar, üzülerek söylemek gerekirse toplumu dininden soğutmaya başlamıştır. Hatta bilim adamlarınca da yapılan açıklamalara göre, siyasi iradenin yarattığı dinsel baskılar, toplumda “DEİST” anlayışının hızla yaygınlaştığı gerçeğini ortaya koymuştur. Tabii bu yönetim anlayışı, toplumda çok ciddi kırılma ve ayrışmalara zemin hazırlamıştır.
- Eğer bugün ülkemiz hızla demokrasiden uzaklaşıyorsa, bunun en büyük nedeni toplumu korkuya dayalı baskı yönetim anlayışıdır. Tabii, bu da asıl sorumlu olarak Mustafa Kemal Atatürk dönemi sonrası ülkemizi yöneten siyasetçilerin yetersizliği ve basiretsizliği sonucunu ortaya koymaktadır.Eğer bu ülke de her on yılda bir askeri darbe olmuşsa, askerlerden önce o dönemlerin siyasetçilerini sorgulamak gerekir. Örnek olarak, 1960 Darbesini rahmetli Menderes İktidarının “Tahkikat Komisyonu”gibi baskı kurumları oluşturması, 1980 Darbesi’ni de ortalığın kan gölüne dönmesine rağmen”Rahmetli Demirel ile rahmetli Ecevit’in ortak akılda buluşamaması”, 15 Temmuz Sivil darbe girişimininde, “Siyasi iktidarın uzun bir süre adı bugün en tehlikeli terör örgütü olarak anılan FETÖ’ nün kurucusu olan Fetullah Gülen ile ortak çalışması” gösterilebilir
Yukarıda açıklamaya çalıştığım olumsuzlukların ortadan kalkması için;
- Bu ülkenin öncelikle ülkesini, kendi ve partisinin çıkarlarının önünde tutan siyasi kültürü benimsemiş liderlere kavuşması gerekmektedir.
- Bu ülkenin tüm siyasi partilerin seçim öncesi programlarında yer verdiği halde bir türlü değiştirmediği, “Seçim ve Siyasi partiler kanununu” Çağdaş demokrasiler düzeyinde yeniden düzenlenmesi zorunlu hale gelmiştir.
Ülkemizin bir an önce tam bağımsız yargının ve kişisel özgürlüklerin sağlandığı, basının asli görevlerini yapabilir konuma gelmesi dileklerimle, güzel bir hafta diliyorum.
Önemli Not: Değerli okurlarım, köşe yazılarımı bundan böyle salı günleri sizlere sunacağım.