Eğer bir ülkede toplumun bir yarısı, siyasi irade tarafından kollanır ve her türlü olanağa sahip olurken toplumun diğer yarısı dışlanırsa, o toplumda kamplaşma kaçınılmaz hale gelir.
Üzülerek söylemek gerekirse, ülkemiz bugün hiç kimsenin yok böyle bir şey diyemeyeceği bir dönemi yaşıyor.
Şöyle biraz gerilere giderek yaşadıklarımızı hatırlarsak, bu korkutucu oluşumunun doğruluğu daha açık görülecektir.
Öncelikle bir gerçeğin altını çizmek gerekir. 1945 yılından itibaren bu ülkede çok partili demokrasi dönemine geçilmiş ve o günden bugünlere kadar da çok sayıda seçim yapılmıştır.
Türk toplumu bu seçimler öncesinde de gerginlikler yaşamış olsa dahi, seçimleri kazanan parti veya partilerin kurduğu hükümetleri saygıyla karşılamış, toplum hiçbir endişe yaşamadan günlük yaşamını sürdürmüştür.
Her geçen gün biraz daha olgunlaşan demokrasimiz,1960 ile 1980 arası zaman zaman hiç kimsenin arzu etmediği darbelerle yaralanmış olsa da, kısa süre sonra demokratik kurallar işlemeye başlamıştır.
Bir dönem iç ve dış güdümlemelerle gençleri karşı karşıya getiren sağ-sol çatışmaları, bir başka dönemde de mezhep ayrımcılarının tetiklediği çatışmaların neden olduğu olaylarda çok sayıda günahsız vatandaşlarımızı kaybettik.
Bu olayların yarasının zamanla sarılabildiği dönemleri yaşayarak bugünlere gelinen ülkemizde, ne yazık ki o dönemlerden hiç ders alınmadığı görülüyor.
**********************************
15 TEMMUZ DARBE ÖNCESİ;
Hiç ders alınmayan konu ise, hepimizin ortak değeri olan dinimizi kullanarak siyasi gelecek sağlamaya yönelik ayırımcılık olmuştur.
Konunun hassasiyetiyle yaratılan boşluk, zamanla bazılarına adeta dokunulmazlık alanı yaratmıştır.
Böylece uzun yıllara dayalı olarak dinimizi kendi çıkarları için kullanan cemaatler öylesine güçlendi ki, her biri veya birlikte seçimler öncesi seçim sonuçlarını etkileyecek kadar özellikle sağ siyasi partilerin en vazgeçilmez destekçileri haline geldi.
Böylece cemaatlere gösterilen sınırsız hoşgörü ve siyasi iktidarların destekleri ile yüce dinimizin acımasızsa siyasete alet edilmesinin sonucu ülkemize çok ağıra mal oldu.
Bunlardan Fetullah Gülen’in liderliğini yaptığı Fetö Cemaati, her dönemden çok daha fazla desteği bu dönemde siyasi iktidardan alarak, sinsi bir şekilde ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirdiği görüldü..
Neyse ki, 15 Temmuz da kalkıştıkları darbe teşebbüsü, demokrasiye sahip çıkan her görüşteki vatandaşlarımızın canları pahasına karşı durması ile önlendi.
Bugün, tüm kesimlerin destek verdiği geniş kapsamlı soruşturmalarla, içine sızdıkları kurumlar temizlenmeye çalışılıyor.
Şimdi burada bir nokta koyup, bugün toplumu korkutucu bir ayrışmaya mahkûm eden gelişmelere değinmek istiyorum.
2002 de, geçmiş dönem iktidarlarının ülkeyi iyi yönetememesinin de etkisiyle tek başına iktidara gelen siyasi irade, ilk döneminde yaptığı önemli değişiklilerle sonra ki seçimleri de kazanma başarısını göstermiştir.
Ancak özellikle 2010 da yapılan Anayasa Değişikliği Referandumunda, “Mezardakilere dahi oy kullandırın” Çağrısı ile siyasi iradeye destek veren Fetullah Cemaati ( FETÖ) ve “ Evet ama yetmez” Diyen bazı aydın geçinenlerin de desteği ile “Anayasa Değişikliği” Kabul ediliyordu.
Bu değişiklik sonrası üst yargı organlarına kendi adamlarını yerleştiren Fetullah Cemaatinin talimatı ile ilk etapta, bu yargı mensuplarının kurguladığı bir kumpas sonucu, bölgenin en güçlü ordusunun başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere tüm üst düzey komutanları tutuklanarak ordudan uzaklaştırılıyor ve çoğu müebbet hapis cezasına çarptırılıyordu.
Bölgede çıkar hesabı olan dış güçlerin bu bölgede güçlü bir Türk Ordusu’nu istememeleri yanında, çağdaş ve Laik Demokrasi yanlısı Türk Ordusu’nun, kurulması düşünülen bir şeriat devletinin karşısında ki en büyük engel olarak görülmesi, onları ortak bir çıkar hedefinde buluşturmuştu.
Bu düşünceye ve siyasi iradeye karşı görüşte olan gazeteciler, akademisyenler, işadamları, hatta spor kulüp yöneticileri tutuklanırken, siyasi irade de bu yanlışların arkasında duruyordu.
Artık her şey Fetö’nün istediği yere gelmiş ve bu cemaate karşı duracak bir güç kalmamıştı.
Siyasi iktidarın açıklarını da çok iyi bilen bu Cemaat, düğmeye basmış ve siyasi iradenin en üst düzeyde ki yöneticilerinin yolsuzluklarını ortaya koyarak, 17-25 Aralık sürecinde da iktidarı yargı yoluyla devre dışı bırakma hamlesini başlatmıştı.
O güne kadar bu Cemaate destek veren Siyasi İktidarın, o gün işin gerçek yüzünü görerek gerekli önlemleri almaya başlamasıyla, o güne kadar bu cemaatle birlikte olanlar ne yapacaklarını şaşırmıştı.
Ama bu olayla, bazı bakanların yolsuzluklarının ortaya dökülen boyutları ve bir bakanın istifa ederken, “Ben tüm yaptıklarımı, üst kademeden aldığım talimatlarla yaptım” Açıklaması düşündürücü olduğu kadar da, Türk siyasi tarihine de aydınlatılmamış olay olarak geçiyordu.
Bu arada yıllardır her kademe de kadrolaşmış ve ordunun laik düzenden yana olan ve Atatürk ilkelerine bağlı komutanlarını Balyoz, Ergenekon gibi düzmece davalarla ordu dışına itmiş olan cemaat, onların yerlerine yıllardır eğittiği kendine bağlı subayları yerleştiriyordu.
Ne var ki artık asıl amacı açığa çıkan Fetö Cemaati, Türk Ordusu’nun üst kademelerini ele geçirmiş olmanın da verdiği güçle, son bir umutla 15 Temmuz’da kendine biat eden askerlerle darbe yapma çılgınlığına kalkışıyordu.
Söyler misiniz? Böylesine akıl dışı olaylar ve bu olaylar karşısında ki aymazlıkları yaşayan bir toplumda paranoyanın (Güven duygusunun azalması ile yerini korku ve kuşkuya bıraktığı ruh hali) Giderek artması yadırganabilir mi?
Bu yazımın devamı olan “ 15 Temmuz Darbe girişimi ve Referandum öncesi EVET ve HAYIR taraflarının artı ve eksileri” Başlıklı 2. Bölümünü yarın bu köşede okuyabilirsiniz.
Sağlıklı ve huzurlu geçecek bir hafta başlangıcı dileğiyle..
LÜTFEN! UNUTMAYINIZ..
HAVA ALANIMIZ ÜÇ AYLIĞINA KAPATILACAKTIR..
NEDENİNİ SORUN VE SORGULAYINIZ.