Yeryüzünde ki insanların yoldan çıktığı dönemlerde onlara doğru yolu göstermek için dinler indirilmiş ve bu dinleri öğretmek ve yaymak üzere de peygamberler gönderilmiştir.
Dinlerin sonuncusu olarak da Müslümanlık Arap Yarımadası’na indirilmiştir. İslam’ı öğretmek ve yaymak üzere de Kur’an son Peygamber Hazreti Muhammed’e vahiy yolu ile indirilmiştir.
Bu tarihlerde Türkler henüz Orta Asya’da çeşitli kavimler olarak yaşamaktaydı. Orta Asya’da ki Türkler, tarih boyunca Şamanizm başta olmak üzere çeşitli ilkel dinleri kabullenmişlerdir.
İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki, Türkler kitleler hâlinde bu dini kabul etmişler ve Türklüklerini de korumuşlardır.
Türklerin İslam’la tanışma süreci ise, İslam Dünyasında katı bir Arap milliyetçisi olarak bilinen ve Türk dünyası ile hiç yakınlaşmayan Emevi Hanedanı’nın 750 yılında yıkılması ve İslam Devleti’nin başına Abbasi Hanedanı’nın geçmesinden sonra Türklerin İslam dünyası ile yakınlaşması başlamıştır.
Türkler ile Müslüman Araplar arasında tarihte ilk birliktelik, 751 yılında Talas Irmağı kenarında gerçekleşen savaşta Arap ve Türk Ordularının Çinlileri ağır bir yenilgiye uğratan savaşta olur.
Bu savaş, Türklerle Müslümanların ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında bir dönüm noktası olmuştur.
Türklerin 1071 de Anadolu’ya girmesi ve daha sonra kurdukları Osmanlı Devleti’nin büyüyerek İmparatorluk haline gelmesi ile de, Müslümanlık Türkler tarafından dünyanın değişik kıtalarına yayılmıştır.
***********************
Cumhuriyet Sonrası Müslümanlık.
Dünyanın en büyük İmparatorluğunu kurmasına rağmen Osmanlı döneminde dünyanın hızla gelişmesine, teknoloji ve ilim alanında ilerlemesine ayak uydurulamamış ve çağdaş dünyanın yararlandığı yeniliklere hep uzak kalınmıştı.
M.S 1444 de Avrupa’da kullanılmaya başlanan matbaa dahi, Osmanlı’da resmi olarak ilk kez M.S 1721 de kullanılmaya başlıyordu.
Dünyaya ayak uyduramamasının sonucu, Koca Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyordu. İşgal edilen son vatan toprağı Anadolu son anda kurtarılıyor ve üzerinde yeni bir devlet kuruluyordu.
Dini İslam olan bu yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çağdaş dünyaya ayak uydurabilmek için Laik hukuk ekseni üzerine kurulmuştu.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, din ve devlet işlerinin ayrıldığı laik düzeni ile de Tüm İslam dünyasına örnek oluyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, çağdaş batı dünyasının teknolojik ve bilimsel anlamda ki gelişimine ayak uydurabilmek üzere Latin alfabesine geçerek içeride dil birliğini sağlarken batıda ki gelişmelerin takibini kolaylaştırıyordu.
Hemen her alanda yapılan yenileşme hareketleri birbirini izliyordu. Bu arada Atatürk’ün yaptığı en önemli tespitlerinden birisi de, % 98’ i Müslüman olan bu milletin dinini kendi dilinden öğrenememesi olduğu gerçeğini görmüş olmasıydı.
Bu nedenle, İslam’da yer almayan birçok hurafenin din adına topluma dayatılmasıyla toplum, yanlış din öğretilerle çağdaş dünyadan kopuyordu.
Atatürk bu sorunun çözülmesi ve kendisine dayatılan yanlışlardan kurtulmasının ilk şartının, Türklerin Kur’an’ı anlayarak kendi dilinden okuyabilmesin de olduğunu görmüştü.
Böylece, günümüzde ki siyasetçilerin en acımasız şekilde yaptıkları gibi dinin siyasete alet edilmesinin de önü kesilmiş olacaktı.
Atatürk, bu konuda toplumda ki endişeleri de,
“Kur’an-ı Arapça okuyamazlar. Bu dinin büyük bir itibar kazanmasına hizmet etmiş olan Türklerin, İslam dinine duydukları özel yakınlıklarından dolayı Türkçeye çevrilmesinde olabilecek hatalardan korkmalarıdır. Oysa zamanımızda bu gibi görüşlere tahammül yoktur. Çünkü dünyada hatadan tamamen yoksun bir şey yapılamayacağı bilimsel bir gerçektir. Böyle olası bir hata endişesinden dolayı, Kur’an’ı anlamadığı bu Arap diliyle tamamen ezberleyecek düzeyde dinine âşık olan Türk Milletinin, kutsal kitabın bu yüce anlamını istediği gibi anlayabilmekten yoksun bırakmak doğru değildir.” Sözleri ile açıklıyordu.
devamı yarın ...