12 Eylül 1980 Darbesi ile ülkemizde yeni bir dönem başladı. Ülkeyi içine düştüğü anarşi cehenneminden kurtarmak ve demokrasiye yeniden işlerlik kazandırmak iddiası ile yola çıkan darbe yönetimi, ülkede ki kan dökülmesini ve kardeşin kardeşi vurmasını önlemişti.
12 Eylül 1980 öncesi üniversitelerde yaşananlar ve çok sayıda üniversiteli gencimizin öldürülmesi, özellikle üniversitelerde eğitim gören çocuğu olan aileleri yıldırmıştı.
İşte bu korku ortamında halk oylamasına sunulan 1982 Anayasası büyük bir destekle yasalaşmıştı. Ne varki, bu yasa gelecekte ülkemizi yönetecek üniversiteli gençlerimizi her türlü siyasetin dışına itiyordu. Bu yasayla sınırlanan demokratik hak arama ve ülke sorunlarıyla uğraşmak adeta yasaklanmıştı.
Zaten ailelerin de olaylara karışır korkusuyla baskı altında tuttuğu gençler, üniversitelerde ki katı kurallar sonucu zamanla ülke sorunlarından uzaklaşarak depolitize bir kimliğe bürünmüştü.
İşte böylece gençliğin sindirildiği, öğretim üyelerinin siyaset yapmasının yasaklandığı bir dönemde, 06 Kasım 1983 Genel Seçimi ile tek başına iktidara gelen Turgut Özal hükümeti ülkemizde çok farklı bir dönemin de yolunu açıyordu.
Artık tek geçerli olan değer paraydı. Türkiye uzun bir aradan sonra tek parti iktidarını yaşıyordu. Tek parti iktidarları, ülke gerçekleri ve çıkarları doğrultusunda iyi şeyler yaptığı sürece bir çok sorunun çözümünü çok daha kolay sağlar.
Anap İktidarı da iktidar da olduğu süreçlerde, arkasında ki asker desteği ve yasalarla özgürlüklerin ve toplumsal tepkilerin oluşmamasının engelenmiş olmasının da katkısı ile bazı radikal kararlara imza atmıştır.
Ancak, Türkiye’nin geleceğini çok olumsuz etkilyen bazı uygulamaların da önünü açmıştır. Amerika’da eğitim almış donanımlı bir çok genç yönetici, “Genç prensler” tanımlaması ile Türkiye’ye dönmüş ve çok önemli kurumların başına geçmişlerdir.
Bu yeni düzen ile birlikte Türkiye ilk kez banka talanı ile tanışıyordu. Bazı özel bankalar yüksek faiz şişirmeleri ile halkımızın kara günleri için bir kenara ayırdığı birikimlerini hortumlamış ve milyonlarca dar gelirli aileyi mahkeme kapılarına mahkum etmişti.
Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözleri de adeta resmi kurumlarda rüşvet alınmasını sıradanlaştırmıştı.
O dönemlerde yetişen gençler, aldıkları eğitim ve aile ortamında gördükleri uygulamalar ile “Kazan da, nasıl kazanırsan kazan” ilkesinin öne çıktığı köşe dönücü bir anlayışa sahip oldu..
1983 ile 1999 arasında yetişen bu kuşak, bugün 40-50 yaşlarına ulaştı ve şu anda ülkeyi yönetiyorlar. İlkesi maddiyat olan bu kuşağın yönettiği günümüz Türkiyesi’nin yaşadığı sıkıntıların altında da, onların imzası vardır. O nedenle, onları yetiştiren bizim kuşağın onlara kızma hakkı olduğunu sanmıyorum.
On yıllık bir koalisyonlar döneminden sonra ülkemiz tekrar tek parti iktidarı tarafından yönetilmeye başladı. Bu kez İktidarda kendini muhafazakar olarak tanımlayan AKP, başında da güçlü karizması ile Recep Tayyip Erdoğan vardı.
Bu kez de AKP iktidarı muhafazakar kimliğinin de etkisi ile gençliği yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Mecliste ki sayısal gücünü kullanarak çıkardığı bir dizi yasa ile dindar bir nesil yetiştirmek için düğmeye basıyordu.
Milli Eğitim’den başlanarak nerede ve nasıl duracağı kestirelemeyecek yeni bir süreç başlatılıyordu.
Türkiye gibi çoğunluğu zaten dindar ve muhafazakar olan bir toplumda dini figürlerin daha da yoğunlaştırılmasının sonu korkarım ki, Atatürk devrimleri ile birlikte yüzünü çağdaşlaşmaya çevirmiş Türkiye’nin, çağdaş dünyadan uzaklaşmasına kapı açacaktır.
Ana ilkesi “kazan kazan” olan para öncelikli bir kuşak, ülke sorunlarına ve milli değerlere uzak kalmıştı. Bu kez de Tanrı ile kul arasında ki inanç ilişkileri dışardan zorlamalarda dizayn edilmek istenmektedir.
Bir türlü rayına oturtamadığımız ve her geçen gün ülkemiz gerçeklerinden uzaklaşan bir eğitim sistemi ile gençlerin kafasının daha da karıştırılacağı bir döneme giriyoruz.
Dindarlaşmayı çağdaşlaşmaktan uzaklaşma olarak algılayan bir grup insanın bulunduğu ülkemizde, dinsel eğitimin yoğunlaştırılmasının sonu nereye varacak hep birlikte göreceğiz.
Kısacası maddi değerlere ağırlık veren bir kuşaktan, dini değerleri öne çıkartacak bir kuşağa geçiyoruz. Umarım bu dönüşüm ülke içersinde yeni ayrışmalara yol açmaz..
İyi haftalar...