Türkiye çok çarpıcı olayların sahne aldığı bir dönemden geçiyor. Gündem ne zaman bu tür bir olayla meşgul edilse, ya TBMM’ DEN çok tartışılacak bir yasa geçiriliyor veya bir operasyon yapılıyor. Bu artık kanıksandı. O nedenle geçen hafta gündemi sarsan Numan Kurtulmuş’un AKP’YE geçmesi için başlatılan sürecin altından ne çıkacağı tartışılıyor..
Şimdi herkesin birbirine sorduğu soru aynı.. HAS Parti’nin oy oranı belli ve AKP’ e katacağı önemli bir oy potansiyeli yok. Ama iki parti tabanında da isyana varacak bir depreme yol açacağı kesin olan bu birleşmeye neden gerek duyuldu?
Hemen belli senaryolar gazete yorumlarında yerini alıyor. Muhtemelen bu senaryolar da, bu birleşmeye gerek duyanların amacına uygun şekilde aynı kaynaktan pompalanıyor.
1995 yılında gerçekleşen CHP-SHP birleşmesi sırasında SHP saflarında kurultay delegesi olarak bu süreci yaşayan birisiyim.
O günkü deneyimlerim ve daha sonra bazı sağ partiler arasında yaşanan birleşmeler sonrasında yaşananların ışığında, son birleşme olayına ben de kendi penceremden yorum getirmek istiyorum.
Her birleşmenin öncesinde siyasette uzmanlaşmış! Daha doğru deyimle siyasetin cambazı olmuş birileri birleşmenin şart olduğu şeklinde yazarak, çizerek her iki partinin de tabanında kamuoyu oluştururlar.
Son dönemlerde siyaset mühendisliği olarak adlandırılan bu proje sürekli gündemde tutulur ve bir süre sonra bu baskı, parti tabanlarında psikolojik baskı haline dönüşür.
Birleşmeler çoğunlukla aynı siyasi kulvarda ki oy oranı daha büyük bir parti ile oy oranı daha düşük iki parti arasında gerçekleşir.
Çoğu kez de birleşme talepleri küçük taraftaki siyasi parti taraftarlarından gelir. Çünkü özellikle de bu işin mimarları küçük parti tarafında kalmış eski tüfeklerdir. Onların en büyük amacı milletvekili olmaktır. Baraj altında kalan partide bu şansları yoktur. O nedenle birleşmenin siyasi mühendisliğine soyunurlar. Büyük parti içinde, diğer parti tabanından gelecek % 3-5 oy önemlidir. Tüm hesaplar böyle yapılır.
Bu birleşmeler bezen istenen sonucu da getirmez. 2000 sonrası ANAP-DYP birleşmesinde, hatta 1995 de ki CHP-SHP birleşmesinde olduğu gibi..
Bu değerlendirmeden sonra HAS-AKP birleşmesine baktığımızda, yukarıda ki tablodan farklı bir durum gözüküyor. Bende, birleşmede başka bir neden olması gerekir diye düşünenlerdenim.
AKP gibi % 50 oy sınırını aşmış bir partinin, 2011 seçimlerinde % 0.75 oy almış olan bir partiyi oyu için isteyeceğini sanmıyorum. Talebin AKP Genel Başkanı’ndan gelmesi de, işi daha da ilginç hale getiriyor.
İşin bir başka düşündürücü tarafı da, bu işin iki partiden birilerinin siyasi mühendisliği sonucu değil, tamamen AKP Lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından istenmiş olmasıdır.
Belli olan şu ki, her iki parti tabanı için ama özellikle de AKP’ NİN önde gelen siyasetçileri bu sürecin dışında kalmıştır. Bu konuda da kararı, her konuda olduğu gibi AKP Genel Başkanı tek başına vermiştir.
Her iki parti tabanında da sıkıntılar başlamıştır. Ancak AKP de ki mevcut biat sistemi nedeniyle fazla sorgulama yapılabileceğini sanmıyorum.
Anlaşılan o ki, bu birleşmenin gerçek nedeni sadece bu iki lider tarafından bilinmektedir. Bu da, işi daha da bilinmez hale getirdiği gibi değişik senaryolara da zemin hazırlamaktadır.
Birleşmelerde, küçük partiden gelenlerin kadro beklentileri her zaman sorun yaratmıştır. Ama bu aşama da bunlar önemli değildir. Önemli olan AKP Genel Başkanı’nın buna neden ihtiyaç duyduğu sorusudur.
Bu kararı Sayın Erdoğan tek başına mı vermiştir? Yoksa Amerika veya Amerika’da ki bir başka gücün telkiniyle almıştır? Hangi şekilde olursa olsun belli olan o ki, anahtar isim Sayın Numan Kurtulmuş’tur ve önemli olan da O’nun AKP’YE kazandırılmasıdır.
Sayın Kurtulmuş’u bu kadar önemli kılan şey, sanıyorum Sayın Erdoğan’ın kafasına koyduğu Türkiye’yi tek başına yönetmek çabasıdır.Yani başkanlık sistemini gerçekleştirip başına geçmektir.
O nedenle, amaç;
· Geçmişten gelen tüm kopuk halkaları birleştirmek ve “Başkanlık Sistemine” özellikle kendi görüşünü taşıyan kesimden gelebilecek tepkileri yok etmektir.
· Sayın Erdoğan’dan sonra sorumluluk alabilecek isimler bugüne kadar çok sivri çıkışların kahramanı olmuşlardır.
Onların hem kamuoyundan yeterli desteği bulamayacak
olmaları, hem de bu kadrolar arasında yaşanabilecek bir
liderlik kavgasının partiye çok ciddi hasarlar
verebileceği endişesi, Sayın Erdoğan’ı böyle bir kararı
almaya itmiş olabilir.
· Sayın Erdoğan’dan sonra olabilecek liderlik tartışmaları parti içinden istifaları gündeme getirebilir. İşte böyle bir durumda ayrılanların gidecekleri en uygun kapı HAS Parti’dir.
· Bu projenin içersinde Sayın Kurtulmuş’u kendisinden sonra partinin dümenine geçirmekte vardır diye düşünenlere hak veriyorum. Böylece hem Sayın Kurtulmuş’u partinin başına geçirmekle kendisinden sonra parti içersinde olabilecek liderlik kavgasının önünü kesmiş olacak, hem de ayrılabilecek milletvekillerinin gidebileceği kapıyı kapatmış olacaktır.
Hangi şekilde olursa olsun bu proje AKP içersinde ciddi tartışmalara kapı açacaktır. Ama daha da ötesine geçmeye cesaretli birisinin çıkabileceği de çok olası görülmüyor..
Her şeye rağmen, AKP’nin var olabilmesi için
kuruluşundan itibaren büyük desteği olan güçler de bu endişeleri yaşıyor olabilirler.
O nedenle de, direksiyona da daha kolay kabul görebilecek bir ismi geçirmek istiyor olabilirler.
Sayın Erdoğan ve kendisine destek veren güçler kendisinden sonraki siyasi yapıyı dizayn etmektedirler.
Sonuç olarak söylemek gerekirse,Türkiye bir takım güçler tarafından çok detaylı bir şekilde planlanmış bir proje ile kademe kademe yeni bir düzene doğru götürülüyor.
Topluma da, bu projeyi sadece izlemek ve kabullenmek rolü verilmiş gibi gözüküyor.
Ne yazık ki, çağdaş demokrasilerde var olan ve “Toplumu oluşturan katmanların da oyunda rol almaları” kuralı da bu ülkede işlemez hale getirilmiştir.
Bizlere de tribünde “Sonu iyi olur” diyerek seyretmek kalıyor..
Umarız, her şey iyi olur…
İyi haftalar…