Ülkemizde gittikçe yaygınlaşan ve adeta olağan hale gelmeye başlayan argo ve küfürlü konuşma tarzı ile kabadayılık gösterileri, artık sokaklardan çıkarak ülkeyi yönetsinler diye seçilen siyasetçilerin lisanına girdi.
TBMM’ de ki tartışmaların üslubu ve sarf edilen küfürlerin seviyesizliği yüz kızartıyor. TBMM’ de yaşanan son küfür olayı ile bu konuda ki terbiyesizliğin ve hadsizliğin tüm sınırları aşıldı. Sokak diliyle “Ana avrat dümdüz giden” milletvekilinin o yüce mecliste görevini sürdürmesine izin verilecek mi? Merak ediyorum.
Aslında bu ne ilkti, bu görünüşe göre de son olmayacak gibi görünüyor. Beni bu kadar umutsuz yapan şey, son yıllarda siyasi parti liderlerinin siyasi rakiplerini yıpratmak amacıyla takındıkları tavırlar ve kullandıkları seviyesiz sözcüklerdir.
Bu ülkeyi yöneten iktidarın başta başbakanı olmak üzere üst yöneticileri ile muhalefet parti liderleri ve sözcülerinin karşılıklı olarak kullandıkları aşağılayıcı üslup ve seviyesiz sözcüklerle siyasi arena da her geçen gün dozu yükselerek devam eden tartışma ortamı, bu ülkenin insanları arasında da gerginliklere yol açmaya başlamıştır.
Çevremde ki çok sayıda insan, artık bu nedenle radyo ve TV haberlerini izlemediğini, çocuklarının etkilenmemesi için de haber saatlerinde televizyonlarını kapattıklarını söylüyor.
Bizleri yöneten tepe de bunlar olurken, bunların sokağa yansımaması imkânsızdı, öyle de oldu.
Artık sokakta ki en basit bir tartışma da dahi silahlar çekiliyor, bıçaklar havada uçuşuyor.
Kadınlara uygulanan şiddet ve cinayetler hemen her gün bir yenisini duyduğumuz sıradan olaylar haline geldi. Çocuk yaştaki tecavüz olayları patladı.
İşin boyutu o kadar iğrenç hale geldi ki, bir İngilizce öğretmeni, eğitim alsın okula gönderilen 12 yaşında ki kız öğrencisine 23 Nisan töreni dönüşü sınıfta bırakma tehdidi ile tecavüz ediyor.
Kendisini yakalayan polislere, “Sizinde nefsiniz yok mu?” Diyebilecek kadar iğrençleşebilen insanların yaşadığı bir ülkede yaşamak acı vermeye başladı.
Dünyanın en onurlu ve saygın görevini yapan öğretmenlerimize olan saygımdan öğretmen demeye dilimin varmadığı bu adamın densizliğine ve mide bulandıran küstahlığına bakar mısınız?
Bu adamın önceleri imamlık yaptığını ve İngilizce dışında din ve ahlak bilgisi derslerine de girdiğini, bir defa da hacca gittiğini, dört kız çocuğunu öğrenince hiddetim ve şaşkınlığım daha da arttı.
Birisi bizleri yönetmeye soyunmuş bir milletvekili, diğeri de çocuklarımızı eğitsin diye görevlendirilmiş bir öğretmen bozuntusu olan bu iki örneğin her ikisine de göreceksiniz hiç bir şey olmayacak.
İşte asıl üzerinde durulması gereken en büyük sorunumuz da budur. Bu milletvekili TBMM’ de kaldığı, bu iğrenç tecavüzcü de öğretmelik yapmayı sürdürebildiği sürece bu tür olaylar artarak sürecektir.
Çünkü çok iyi biliyoruz ki, daha önceki olaylarda olduğu gibi bunlarda zamana bırakılacak ve bir süre sonra unutulacaktır. Milletvekili bizi yönetmeye, öğretmen bozuntusu da gönderileceği bir başka okulda çocuklarımızı eğitmeyi! Sürdürecektir.
Çünkü yine biliyoruz ki, bu tür tecavüz ve kadın cinayeti suçluları ile devleti soyanlar anlaşılmaz bir hukuk anlayışı ile veya çıkartılan af anlamında ki garip yasalarla kısa sürede salıverilecektir.
Çünkü biliyoruz ki, günümüzde hiçbir suçları kanıtlanamadan onlarca bilim adamını, askeri, gazeteciyi yıllardır cezaevlerinde tutsak ederken, onlarca insanı domuz bağı ile katleden canileri, kiralık katilleri, devleti soyan soysuzları kısa bir tutukluluktan sonra serbest bırakan bir hukuk düzeninin hüküm sürdüğü bir dönem yaşıyoruz.
Bugün ülkemizde olanlar kelimenin tam anlamıyla “İmam cemaat” benzetmesinde ki gibi sürüp gitmektedir.
*********************************
Dünyanın normal demokrasilerinde seçimler bitince, bir sonraki seçime kadar tartışmalar biter. İktidar ülkeyi en iyi şekilde yönetmeye çalışırken, muhalefette bir sonraki seçimi kazanmak için çalışmalarını yeniden programlar. Nerede hata yaptığını irdeler.
Bizde ki gibi % 50’nin üzerinde bir oyla iktidara gelen partilerin başkan ve yöneticileri her gün muhalefete saldırmaz.
Muhalefette, bir sonraki seçimi kazanmanın yolu olarak, olur olmaz her şeyi eleştirerek seçim kazanma hesapları kolaycılığına kaçmaz. Tabii ki, önemli ülke sorunlarında ve yanlışlarında iktidarı eleştirmek muhalefetin görevidir ama bu görevini de ucuzlatmamalıdır.
Ne yazık ki, ülkemizde ki siyasetçiler yukarıda ki anlayışa dayalı demokrasiyi içine sindirmediği sürece bu tür kavgalar sürüp gidecektir.
Bugün ülkemizde ki edep dışı kavgacı siyasi üslup ve anlayış devam ettiği sürece de, sokakta olanları çok da yadırgamamak gerekir.
Üzülerek söylemek gerekirse bu gerginlik polisimize de yansımıştır.
Toplumun huzurunu sağlamak için oluşturulmuş emniyet güçlerinin birincil görevi, olayları kimsenin zarar görmesine olanak vermeden önlemektir.
Polis okulları bunun için açılmıştır. Bu okullarda polis adayları, olayları önlerken insanlara iyi davranılması konusunda da eğitilmektedir.
Oysa günümüzde polis kendisini hiçbir riske atmamak adına “Biber gazı” gibi insan sağlığı için son derece zararlı bir silahı her ortamda kullanır olmuştur.
Bu konuda önceki hafta yazdığım yazının daha mürekkebi kurumadan 1 Mayıs olayları yaşanmıştır.
1 Mayıs görüntüleri dehşet vericidir. Ancak daha da kötüsü, İstanbul Valisi’nin 1 Mayıs sonrası yaptığı konuşmada ki tavrıdır.
Böyle güvenlik gücü olamaz, olmamalıdır. Polisin görevi, terörist ile hak arama mücadelesi veren göstericileri ayırt etmektir.
Polis her olayda, “Biber gazına” sarılmak gibi kolaycılığa sığınamaz, her eylemciyi marjinal grup üyesi gibi göremez.
Her olayda biber gazını gaddarca kullanmak insanlık dışı bir davranıştır. Bir devletin böyle acımasız bir yöntemi kullanması kabul edilemez.
O nedenle, “Biber Gazı” kullanımı sınırlandırılmalı, hatta yasaklanmalıdır.
********************************
Bu gerginliklere zemin hazırlayan bir diğer neden ise, yargının son zamanlardaki anlaşılmaz kararlarıdır.
Yargının gittikçe siyasallaşarak güdümlü ve güvensiz hale gelmesi, adalet dağıtıcı olma ilkesini zedelemeye başlamıştır.
Yargının bu ilkesinden uzaklaşması da, insanları sorunlarını kendi yöntemleri ile çözmeye itmektedir.
Böylesine siyasileşen ve toplumun güvenini yitiren bir hukuk düzeninin gerçek demokrasilerde yeri yoktur.
Bu tür hukuksuzluklar ve aşırı güç kullanımına dayalı polisiye yöntemler ancak dikta rejimlerinde görülebilir.
Hukukun bir gün onu yıkanlara da lazım olacağını hiç kimse unutmamalıdır.
Yeni bir “Anayasa’nın” hazırlandığı günümüzde en fazla özen gösterilmesi gereken şey, sivil diktatörlüğe yol açabilecek yanlışlardan kaçınmak olmalıdır.
Toplumsal destek ve TBMM’ de uzlaşma ortamı sağlanmadan oldu-bitti ile çıkartılacak “Anayasa’nın” toplumda çok daha büyük gerginliklere zemin hazırlayacağı gözden kaçırılmamalıdır.
Toplumsal uzlaşıya her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğu bu günlerde, herkesin daha sakin ve birbirlerine karşı daha anlayışlı davranması dileğiyle, iyi haftalar…