Uzlaşma kültüründen yoksun siyasi tartışmalar ve hala yürürlükte olan Anayasamızın kurallarını hiçe sayan dayatmalar, ülkemizi sonuçları çok tehlikeli olabilecek bir ayrışmaya sürüklemiş bulunmaktadır.
Geçen hafta ki yazımda da altını çizdiğim gibi kötü olan, bu ayrışmayı ortadan kaldıracak tarafsız bir üst makamın olmayışıdır. Bu nedenle de ayrışma tehlikesi her gün daha da artarak doludizgin sürmektedir. Ne yazık ki, bu tehlikeli gidişi durdurabilecek makam da, bu ayrışmayı adeta körüklemektedir.
Bugün bu ayrışmanın temelinde yatan nedenleri irdelemeye çalışacağım. Önce başlıkta kullandığım kelimelerin sözlüklerde ki karşılıklarını vermek istiyorum.
Muhafazakârlık; Geçmiş değerlerine bağlı, tutucu, inancını, gelenek ve göreneklerini, tarihsel değerlerini koruyan kimsedir. .
Çağdaşlık; İçinde bulunduğu çağda yaşayan, çağcıl, asri, muasır, bulunulan çağın anlayışına ve şartlarına uygun olarak yaşayan, çağcıl, modern, asri kişidir.
*********************************************
Demokrasinin tam uygulandığı, yargının bağımsız olduğu ve özgürlüklere müdahale edilmediği ortamlarda herkesin dilediği yaşam biçimini seçmesi ve ona göre yaşaması en doğal hakkıdır.
Ama bu anlayışlardan birisinin ötekisi üzerine kuracağı baskı, toplumun ayrışmasına giden ilk adımdır. Muhafazakârlar dini duygularına çok daha sıkı bağlıdır. O nedenle de, siyasetçiler siyasi çıkarları için en çok muhafazakârların dini duygularını istismar edebilmektedirler.
Çağdaş insanlar ise, her yeniliğe açık olmaları nedeniyle özgürlüklerine sahip çıkar ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına direnirler. Dini inanışlarını da, inançların Tanrı ile kul arasında kalması gereken ulvi bir duygu olarak kabul ettikleri için inançlarına yapılacak her baskıya da karşı koyarlar.
Çağdaş insan, karşıdan gelecek dayatmaları sorgulamadan hiçbir şekilde kabul etmez. Gerektiğinde de direnir. Tutucu olmadığı için de hep daha iyi şartlarda yaşamanın arayışı içerisinde olur.
Akıl ve mantığıyla inandığı her türlü geleneğine sahip çıkarken, geçmişin artık çağın gerçekleri ile örtüşmeyen geleneklerine de karşı çıkar.
Sadece yaşadığı çağın değil gelecek çağa karşı da sorumluluğu olduğuna inanır. Bu da onun, çocuklarımıza bırakacağımız doğanın ve çevrenin korunması konusun da duyarlı olmasına neden olmuştur. Çevre ve doğaya zarar verilebilecek her türlü yanlış uygulamaya karşı çıkar. Kısacası inançlı bir çevrecidir.
İşte bu nedenle de, bu iki anlayış ve yaşam tarzı zaman zaman karşı karşıya gelmektedir. Bu anlayış farklılığı, siyasetçiler açısından değerlendirilebilecek en güzel fırsattır..
Bilindiği gibi geleneklerine en bağlı ülkelerin başında Japon Halkı gelmektedir. Japonlar geleneklerine bağlı oldukları kadar da, çağdaş dünyanın da en önde gelen ülkelerinden birisi olarak da bilinmektedir. Bu örneğin ülkemiz içinde bir formül olabileceğini düşünüyorum..
Siyasi desteği arkasına alan kesimin diğer kesim üzerinde baskı kurmaya çalışması (Mahalle baskısı), ülkemizi yönetenler tarafından iyi kontrol edilemez ve taraflar arasında bir uzlaşma kültürü yerleştirilemezse, toplumda ki ayrışmalar giderek çeşitlenir ve tehlikeli boyutlara ulaşır.
Siyasi iradenin kendisi gibi düşünmeyenleri dışlayan tavrı nedeniyle, ülkemizin geleceğinden endişe duyan toplumun diğer yarısının tepkisi giderek artmaktadır. Bu kesimin siyasi irade tarafından ağır bir dille sürekli olarak suçlanması, korkarım bu kesimle siyasi irade yanlılarını karşı karşıya getirecektir.
Toplumun çağdaş kesiminde ki bu tepki, zaman zaman değişik olaylar sonrası ortaya çıkmaktadır. Siyasetçilerin hesapsız kitapsız karşılıklı suçlamalarla sürdürdüğü siyaset şekli de, toplumsal tepkileri körüklemektedir.
Eğer doğru irdelenseydi, Gezi Olaylarının da böyle bir tepkinin dışa yansıması olduğu görülürdü.
Son günlerde Türkiye’nin en gözde liselerinde öğrencilerin başlattığı eylem de aynı Gezi Olayı gibi ciddiye alınmamakta ve bir takım odakların kışkırtması olarak görülmektedir.
Bu tür toplumsal tepkiler aslında, siyasi irade tarafından toplumun bir kesiminde ki endişe ve rahatsızlığın artmasının bir uyarısı olarak algılanmalı ve bu kesimin sorunlarına çözümcü yaklaşımlarda bulunulmalıdır.
Eğitimde zorlayıcı yöntemlerle değişime gitmek ve sürekli değiştirilen uygulamalar öğrencilerin ve velilerin tepkisine neden olmaktadır. Özetle öğrenciler ve anne babaların huzursuzluğu giderek artmaktadır.
Mide bulandıran çocuk tecavüzlerinin çoğunlukla siyasi iradeye yakın ve dini eğitim verilen okul ve yurtlarda olması yanında, bu olayların münferit olaylar olarak değerlendirilmesi ve kadın cinayetlerinin korkunç boyutlara ulaşması, tepkilerin odağını oluşturmaktadır.
Bu ortamda yine uzlaşma yerine zorlayıcı yöntemlerle “Başkanlık Sistemini” getirmeye yönelik Anayasa Değişikliği yapmak bu gerilimi çok daha üst seviyelere taşıyabilir.
Bu ülke hepimizindir. Onu gözümüz gibi korumak zorundayız. Kişisel güç ve sayısal üstünlüğe dayanarak atılacak yanlış adımlar, ülkemizi bölgemizde örneklerini çokça gördüğümüz karmaşa ortamına sokarsa, unutulmasın ki bu hepimiz açısından felaket olacaktır.
Umarım ülkemizde ki siyasetçiler artık tehlikenin farkına varır ve ülkemizi huzur ortamına taşırlar. İyi haftalar.