İçim yanarak söylemek gerekirse, ahlakın, aile terbiyesinin, edebin, kültürün ve geleneklerin yerle bir olduğu bir dönem yaşıyoruz.
Bugün sizlerle hepimizi utandıran ve düşündüren çukur seviyesine düşmüş konuşmaların yarattığı tepkileri paylaşacağım.
Ne oldu benim ülkeme ve ne oldu bize de, bu kadar ruhsuz, yalana, dolana ve küfre suskun kalabiliyoruz.
TV tartışma programları tam bir felaket. Beyinlerini birilerine satmış veya kiralamış ucuz ünvanlı akademisyenler, siyaset bezirgânları, gazeteci geçinenler nasıl bu kadar saygısız ve fütursuz konuşabiliyorlar?
Nasıl birbirlerine sokakta bile konuşulmayacak, konuşulduğunda sonu kanlı bitecek aşağılık sözlerle hitap edebiliyorlar? Bu kadar ahlaksızlığa ve toplumu paramparça edecek sözleri kullananlara medya patronları nasıl seyirci KALIYOR?
Batsın böyle medya ve batsın böyle patronluk.
Bu akademisyenlere bu unvanları kim ve nasıl vermiş? Bugün bunları seyredince yüzleri kızarmıyor mu? Zaten bu konuyu kimle konuşsam, “Sen hala bu programları seyrediyor musun?” Diye beni suçluyorlar.
Zaten üniversiteler bir başka rezalet. Derslerine girecek konusunun uzmanı profesör veya doçent seviyesinde öğretim üyeleri olmadan öğrenci mezun ediyorlar.
Özelleştirme furyası ile oluşturulan apartman üniversitelerini bitirmiş enjektör kullanmasını bilmeyen doktorlar hasta muayene ediyor, hassas teraziyi tanımayan eczacılar sağlık hizmeti sunuyor, Roma Hukuku okumamış hukukçular davalara giriyor, daha da kötüsü savcı ve hâkimlik yapıyor. Bu fakültelerin dekanları nasıl SUSABİLİYOR?
Dışişleri ayrı bir sıkıntı…
Ülkemin birikimli ve deneyimli dışişleri mensupları “Monşerler” Denilerek dışlanırken, dışişleri temsilciliklerinde rüşvetçi, tarikat kökenli ve hiçbir dış ilişki birikimi olmayanlar tamamen bağnaz siyaset anlayışı ile görevlendirilirken, bu ülkeye gerçek diplomat ve elçiler yetirmiş bu ülkenin Siyasal Bilimler Fakültelerin dekanları ve nasıl hocaları SUSUYOR…
Din işleri bir başka felaket…
Topluma dinini Kur’an’ın doğrularına göre öğretmesi için yetiştirilmiş çok sayda din adamı Kur’an Kurslarında rejim ve cumhuriyet düşmanı veya belirli tarikatların bir üyesi haline getiriliyor.
Tarikatlar denetim dışına çıkarılmış, Diyanet İşleri Başkanı iyice siyasi iradenin güdümüne girmiş siyaset yapıyor, gerçekle ilgisi olmayan fetvalarla kafaları karıştırıyor. Toplum bunları şaşkınlık ve biraz da korkuyla izliyor. Tüm bu yanlışlara ilgili bakanlıklar SUSUYOR…
Ülkemizi daha iyi yönetsinler diye seçtiğimiz siyasetçiler ise bir başka büyük sorun. S
Siyasi parti liderlerini birbirlerine öylesine çirkin ve utanç verici sözlerle suçluyorlar ki bu dile sokak kavgalarında bile rastlayamazsınız. Bir lider çıkıyor bir zamanlar rakibi olana “Zürriyetsiz” Gibi insan onurunu darmadağın edecek sözlerle suçluyor. Bir bakıyorsunuz bu kadar hakarete uğramış siyasetçi, ona bu hakareti yapanla kol kola girip dava arkadaşı olmuş. Kimin nerede durduğu belli değil. Her an tüm ilkeler ayaklar altına alınabiliyor.
Bu liderlerin fütursuzluğuna artık bir şey söylemiyorum ama gurup toplantılarında gerçekle alakası olmayan yalan yanlış hamaset yapan bu liderleri ayağa kalkarak alkışlayan milletvekillerini şaşkınlıkla seyrediyorum. İçlerinden birisi bile çıkıp onurluca “Bu nasıl konuşma?” Diyemiyorsa, boş ver gitsin…
Topluma örnek olması gerekenlerin hangi gerekçe ile olursa olsun, hiç birisinin bu dili kullanmaya hakkı olamaz. Toplumu bu kadar güvensizliğe düşürmek, toplumsal çöküntüye ve beklenmedik gelişmelere zemin hazırlar.
Bu kadar aymazlığa kimse duyarsız kalamaz. Topluma korku salmaya ve başta hukuk olmak üzere, siyaset, eğitim ve güvenlik kurumları ile aile yapısına bu kadar zarar verilmesine izin verilemez. Bunlar normal demokratik ülkelerde olacak şeyler değildir. Yazık. Göz göre göre karanlıklara yuvarlanıyoruz.
SONUÇ:
* Zaman geçirmeden, ülkemiz yöneten siyasi irade, muhalefet partileri ile bu partilerin TBMM’ de ki temsilcileri TBMM’ne sahip çıkmalı, parti farkı gözetmeden ülkemizin geleceği için ortak doğruda birleşerek ortamı yumuşatmak görevleri olmalıdır.
* Toplumun kaybolan devlete olan güven duyguları yeniden onarılmalıdır.
* Dinin siyasete alet edilmesine son verilmeli ve dini kurumlar ile camiler siyaset yapma alanı olmaktan çıkartılmalıdır.
* Diyanet İşleri Başkanlığı, siyasi irade ile ilişkisini kesmeli ve Kur’an’a sadık kalarak dini kurumları yönetmelidir.
* Kısır ekmek tartışmalarına son verilerek toplumun açlıkla mücadele eden kesimlerine el uzatılmalıdır.
* Eş, dost ve yandaş korumalarına son verilerek savurganlık ve talan düzeni sonlandırılmalı ve Devletin harcamaları kısılmalıdır.
* Yönetim beceriksizliği ve yapılan savurganlıkların yarattığı bütçe açığı ve dış borç faizlerini kapatabilmek için her geçen gün bir yenisi konan vergilerle toplumun tüm saygı ve güven kaybına son verilmelidir.
Düzlüğe çıkmış, sorunlarını çözme yolunda adımların atıldığı günlerde buluşmak üzere güzel ve sağlıklı bir hafta dilerim.