Değerli dostlarım, bugün sizlerle değişik bir yazı paylaşacağım. Ancak bu yazdıklarımın doğru algılanabilmesi için öncelikle herkesin parti şapkalarını ve siyasi görüşlerini bir yana bırakması gereklidir.
Sizlere bu Devletin hangi zor koşullarda kurulduğunu, Anadolu’nun Türklerin elinde kalan son vatan toprağı olduğunu da anlatmayacağım. Ama bu son vatan toprağının üzerinde bizlerin bir arada ve özgürce yaşamamız için çok büyük bedeller ödendiğini hala da ödenmeye devam edildiğini vurgulamak istiyorum.
Peki, yazımın başında belirttiğim gibi siyasi şapkalarımızı çıkartmış insanlar olarak bu topraklarda hep birlikte kardeşçe ve huzur içinde yaşadığımızı kaç işi söyleyebilir?
Gerek içimizde ki işbirlikçiler ve gerekse dış güçler tarafından kışkırtılan etnik guruplar ile ülkemizi Sevr şartlarına çekmeye çalışan organize dış güçler, zaten bu topraklarda huzur içerisinde yaşamamıza izin vermiyor.
Böyle bir ortamda bizlerin sırf siyasi görüşlerimizi takım tutma fanatizmine taşıyarak kendi içimizde saflara ayrışmaya hakkımız olabilir mi? Lütfen bu açıdan her şeyi yeniden düşünür müsünüz? Bu kamplaşma kimin işini kolaylaştırıyor? Bu kamplaşmayı körükleyenlerülkemiz adına iyi şeyler düşünüyor olabilir mi?
Şimdi size önce Samsun’dan sonra da ülkemizden bazı olaylar anlatacağım. Anlatacaklarımın bir kısmı bazılarının, bir kısmı da bir başkalarının hoşuna gitmeyecektir.
Her iki kesimden de tek isteğim,kendilerinihoşlanmadıkları olaya sürekli katlanmak zorunda kalanların yerine koyarak düşünmesidir.
ÖrnekKonu:1
Bundan altı yıl önce Samsun’da seçkin mağazaların yer aldığı Çiftlik Caddesi, “Cadde AVM yapacağım” diyen Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından kalan doğallığı dabozularak ve büyük harcamalarla araç trafiğine kapatıldı. Bu karar, işlerinin daha iyi olacağını düşünen bazıları tarafından alkışlandı.
Aradan altı yıl geçti, bu kez Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığında yine aynı siyasi partiden seçilmiş bir başka isim oturuyordu. İlk işi, yaptırdığı ve sanırım sadece 291 kişinin “Araç trafiğine açılsın”dediğianket sonucu Çiftlik Caddesini araç trafiğine açtı. Yine birileri sevinirken,bu kez de dün sevinenler üzüldü.
Caddenin araç trafiğine açılmasının üzerinden çok az bir zaman geçti. Caddeniz sağ tarafına park yapma izni verilmesi ile park etmeye veya parktan çıkmaya çalışan araçların yaptığı manevralar zaten dar olan caddede trafik akışını durma noktasına getirdi. Yayalar için döşenmiş olan zemin taşları araç trafiğine dayanıklı olmadığı için kırılmaya başladı.
Kısacası caddenin trafiğe açılmasının üzerinden kısa bir süre geçti. Şimdi iki tarafta mutlu değil. Olan hepimizin harcanan paralarına oldu. Lütfen her iki kararın destekleyicileri yer değiştirerek yapılanları yeniden değerlendirsin.
ÖrnekKonu:2
Bundan önce üç yıl önce, “Dünya Engelliler Olimpiyatları” için Atakent’te yaptırılan Olimpik Yüzme Havuz da büyük bir tadilat başladı. Çok büyük bir alan kaplayan dış cephe kaplamaları söküldü. Sanırım büyük paralar harcanarak yeniden kaplanacak.
Şimdi muhalefet tarafındakiler eleştirecek, siyasi irade taraftarları da destekleyecek veya en azından sessiz kalacak.
Sonuçta her iki örnekte de harcanan paralar bizim paramız. Hem Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde, hem de Devlet’te ekonomik sıkıntı olduğu biliniyor
Bu örnekler için hep bir ağızdan,“Bu yanlışları yapanlar bunun hesabını versin, üç yılda dökülen dış cephe kaplamasını yapan üstlenicilerden bu paralar tahsil edilsin” diyebiliyor muyuz?
Samsun’da bu konuda onlarca örnek verilebilir. Onları da sizlere bırakıyorum.
****************************************
Ülkemize baktığımızda da bunlardan çok farklı şeyler görmüyoruz. Ama konu ülkemiz olunca sorunun boyutları büyüyor ve 82 milyon insanımızı ilgilendiriyor. Olaylar o kadar karmaşık ve bir o kadar ki çok ki, örneklemekte zorlanıyorum. Samsun yerelinde de olduğu gibi ülkemiz konusunda da bir iki örnekle yaşamak zorunda bırakıldığımız ikilemleri paylaşmak istiyorum.
Örnek Konu:1
Son günlerin en büyük tartışma konularından birisi de, Diyanet İşleri Başkanı’nın Cuma hutbesinde söyledikleri.Başkan, Cuma hutbesin de İslam Dininin zina ve eşcinselliği lanetlediğini belirterek aile yapısını bozduğunu ve birçok bulaşıcı hastalığa zemin hazırladığını söyledi.
Diyanet İşleri Başkanı’nın daha önce de deprem, kuraklık, sel vb. doğal afetler ile 9 yaşında ki kız çocuklarının evlenebileceği yönünde ki söylemleri ve siyasi iradenin çözüm bulmakta zorlandığı her konuda bu kesimi sorumlu tutan sözleri de gündeme geldi.
Dinimizin, devlet kaynaklarının siyasi iradeye yakın kişilere dağıtılmasını ile yolsuzlukları yasakladığını ve devleti yönetenlerin adaletli olmasını, toplumun tepkisini çeken yolsuzluk ve savurganlıklardan hiç söz etmemiş olmasının da etkisi ile Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamaları bir anda karşılıklı söz düellosuna dönüştü.
İki Baro başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanı’nın özellikle eşcinseller konusunda ki sözlerini insan haklarınınve cinsel tercihlerin ihlali olarak yorumlayarak sert bir tonda eleştirdi.
Bu barolara karşı, Cumhurbaşkanı da“Diyanet İşleri Başkanı’na karşı çıkmayı Devlete karşı çıkmak” olarak yorumlayarak, hepimizin ortak paydası olan dinimiz üzerinden baroları hedef göstererek suç duyurusunda bulunması ile olay siyasi arenaya taşıdı.
Hangi aile çocuğunun eşcinsel olmasını ister? Bu bizim gibi cinsel tercihlerin hoşgörü ile karşılanmadığı, tıbben doğuştan mı? Yoksa sonradan edinilmiş bir alışkanlık mı? Olduğunun bilinmediği ve gen bozukluğuna bağlı olduğunun tartışıldığı bir dünyada bu durum zaten bir ailenin başına gelebilecek çok büyük bir sıkıntı ve kolay kolay kabullenilebilecek bir durum değildir.
Şimdi, Diyanet İşleri Başkanı’ndan yana olanlar ile O’na karşı çıkanlar siyasi şapkalarını çıkartsın ve yer değiştirip bu olayı değerlendirsinler. Aynı dini kabul etmiş, aynı vatanda yaşayan bir toplum bu ikilemi nasıl içine sindirebilir?
Konu:2 Covid-19 Salgını vegündeme oturan yardımlaşma ve maske tartışması.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 isimli bir virüs salgını yaşanıyor ve can almayı sürdürüyor.
Neyse ki alınan sıkı önlemler ve başta fedakâr hekimlerimiz olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarımızın yaşamları pahasına gösterdikleri insanüstü çabalarla salgının önü alınmış gözüküyor.
Salgının ilk günlerinde yaşanan şaşkınlık sırasında başta Ankara ve İstanbul Belediyeleri olmak üzere çok sayıda belediye kendilerini seçmiş olan belde halkının yardımına koştu. Kimi ekmek ve gıda yardımı yapmaya başladı, kimisi de açtıkları hesaba belde halkının para desteği sağlaması çağrısında bulundu. Bu çağrı ilgi gördü ve belde halkı parasal destek verdi. Belediyeler de toplanan bu paralarla işsiz kalan ve geçim sıkıntısı çeken ailelere maddi destekleme kararı aldı.
Belediyelerden sonra bu kez Devlet bir hesap açarak halktan yardımlarını bu hesaba yapmasını istedi. Yardım yapan belediyelerin çoğunluğunun son yerel seçimde kazanan muhalefet belediyelerinin olması, siyasi iradenin tepkisine neden oldu ve “Devlet İçinde devlet olmaz” Denilerek banka hesapları dondurulup ve aşevleri kapatılırken, iktidar belediyelerinin yardım toplayıp dağıttığı basında yer alıyordu.
Ne olurdu böylesine zor bir durumda, “Yardım yapılırsa yapılsın da, kim yaparsa yapsın” Denebilseydi kötü mü olurdu? Ortam bu kadar gerilir miydi?
Salgın nedeniyle en çok aranan şey haline gelen maske dağıtımı büyük sorun oldu. Sonunda dağıtım görevi ücretsiz dağıtmak şartı ile eczanelere verildi. Evler dâhil hemen çoğu tekstil işletmesi maske üretimine başladı.
Görülen o ki, ülkemizde maske sorunu yok. Ekonomik durumu bizden çok daha iyi ülkelere dahi maske ve diğer sıhhi malzeme gönderiyoruz ama ülkemizde insanlar hala eczane ve PTT önlerinde maske edinme telaşında.
Bir yandan bazı belediyeleri tarafından gerektiğinde kullanılmak üzere geçici sahra hastaneleri yapılıyor. Siyasi irade bunları mühürlüyor.
Öte yandan yine gerektiğinde kullanılmak üzere Atatürk Havaalanının kapalı alanları boş dururken, büyük maliyetlerle yapılan pistleri sökülerek o alana seyyar hastane yapılıyor.
Şimdi siyasi şapkalarınızı çıkartarak bu olanları düşününüz veya size ters gelen uygulama tarafına geçerek olayı oradan onların gözü ile bakınız.
Üzülerek ve hiç ama hiç içime sindiremediğim bu bölünmüşlüğün acısı ile her iki tarafa da rica ediyorum. Ara sıra da olsa, size ters gelen TV Kanallarını seyrediniz ve ülkemiz halkına yaşatılan bu ikilemi görünüz.
Değerli Samsunlu hemşerilerim ve ülkemin değerli insanları; Artık bizi yöneten siyasetçilerin ülkemize verdiği zararları görelim ve yanlışa yanlış demeyi öğrenelim. Çünkü bu ülke hepimizin. İkiye ayrılıp yaşama şansımız olmaz. Kendi içimizde bölünürsek, bize bu topraklarda yaşama şansı vermezler.
Lütfen! Dört bir yanımızda ki ülkelere bu gözle bakalım ve bizi nasıl bir tehlikenin beklediğini görelim.
Unutmayalım ki, seçtiklerimiz geçicidir. Yarın yenilerini seçeriz. Ama bizler bu bölünmüşlüğü daha ötelere taşırsak, unutmayalım ki yarın bize seçme hakkı da tanımayanalar tarafından yönetilmeye mahkûm oluruz.
Covid-19 günlerinde sağlık ve sabır diliyorum.