Yıllarını sivil toplum örgütlenmesine vermiş birisi olarak, sivil toplum kuruluşlarının toplumların çıkarları doğrultusunda belirleyici ve yönlendirici rol üstlenmeleri ve bu konuda cesur girişimlerin içerisinde olmaları gerektiğine inanmış birisiyim.
Hatta sık sık bu kuruluşlara başkanlık yapacak insanların, sorumluluk üstlenecek cesarete sahip olması ve siyasal irade ile yerel yönetimlerle iş ilişkilerinin olmaması gerektiğini seslendiren birisiyim.
Çağdaş demokrasilerin yükselen değerleri olan sivil toplum kuruluşlarının sayısı, Türkiye’de de son yıllarda önemli artışlar göstermiştir. Sayısal artış ne kadar sevindirici ise, son yıllarda bu kuruluşların çeşitli nedenlerle suskunluğa bürünmesi veya siyasallaşarak siyasi iradelerin arka bahçeleri haline gelmesi de, bir o kadar düşündürücüdür.
Tabii ki, sözünü ettiklerim tüzüklerinde belirtilen toplum kesitlerinin çıkarlarını korumanın yanında, içerisinde yaşadıkları toplumun sorunlarına da duyarlılığı olan sivil toplum kuruluşlarıdır.
Örneğin, meslek odaları, sendikalar, eğitim-kültür ve geleceğimiz olan doğa gibi toplumsal değerlerimize sahip çıkmak için kurulmuş dernekler, odalar, vakıflar, sendikalar ve diğer kuruluşlardır.
Ne var ki, ülkemizde son yirmi yılda yeni yeni kimlik kazanarak toplumsal olaylarda sorumluluk almaya başlayan sivil toplum olgusu, son on yılda geçmişten beri var olan ama çok etkili olamayan siyasi iradenin baskısı ile ya suskunluğa bürünmüş veya siyasi partilerin arka bahçesi haline gelerek güvenirliklerini kaybetmişlerdir.
Sivil toplum kuruluşları adına beklentilerin azaldığı günümüzde, Genel Başkanı ile yönetimini yenilemiş olan ve Türkiye için çok önemli bir sivil toplum kuruluşlarının başında gelen Barolar Birliği, son yıllarda ki sessizliğine son vererek son derece seviyeli ve gerçekçi bir girişim ile sorumluluk üstlenmiştir.
Barolar Birliği’nin yeni Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu her türlü saplantıyı bir yana iterek son haftalarda yaşanan Paralel Devlet iddiası ve Yolsuzluklarla gün ışığına çıkan olaylar sonrası, “Milli Ordu’ya da komplo yapıldı”, İddialarına çözüm getirmek amacıyla aktif rol alıyordu.
Sayın Feyzioğlu, Barolar Birliğince hazırlanan bir projeyle, siyasi iktidar ve diğer siyasi parti yetkilileri ile görüşme zincirini başlatıyordu.
Her şeyin birbirine girdiği, hemen her gün yeni bir iddianın ortaya atıldığı, emniyet teşkilatının hallaç pamuğu gibi darmadağın edildiği bir sırada başlatılan bu çözüm arama girişimi, umutları da yeşertiyordu.
Sayın Feyzioğlu önce TMBB Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile görüşmüş ve ardında da Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmişti. Konuşmaların umut verici olduğu taraflarca açıklanıyordu.
Sayın Feyzioğlu, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile de görüşmüş ve onlarla da Ergenekon, Balyoz ve uzun tutukluların yer aldığı diğer davalar için oluşturduğu çözüm projesini paylaşmıştı.
Yeni adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ’dan ve diğer muhalefet partisi MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’den de randevu almıştı.
Türk siyasetine yön veren böylesine önemli isimlerle görüşme trafiğini yapabilmesi dahi, demokrasimiz adına umutları artıran ve alkışlanacak cesur bir girişimdi.
Sayın Feyzioğlu bir an da sivrilen ve beğeni toplayan bir isim olarak Türkiye gündemine oturmuş ve bir yıldız gibi parlamaya başlamıştı.
Tabii, medya bu fırsatı kaçırmadı ve Sayın Feyzioğlu’nu televizyonların çok önemli kanallarında söyleşi programlarına çıkarttılar.
İlk çıktığı program CNN’ de, Enver Aysever’in “AYKIRI SORULARIYDI”. Özellikle de, bir komploya kurban gittikleri hükümetin en önemli ağızlarından gündeme taşınan Türk Ordusu’nun komutanlarının içerisinde bulunduğu Balyoz ve Ergenekon Davaları için önerdiği projeyi anlatarak beğeni alıyordu.
Ancak bazı bölümlerde anlatımları ile çok öne çıkması ve son bölümde de kendisine sorulan son derece gereksiz, “Sizi Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek isteyenler var. Siz olmayı düşünüyor musunuz?” Sorularına verdiği cevaplar, bana “Eyvah!” Dedirtti.
Aynı endişeyi, süreci anlatma konusunda çok da başarılı olduğu, Habertürk’te ki Fatih Altaylı’nın “TEKE TEK “ programından sonra da yaşadım. Endişem, bu kadar öne çıkıp aktif rol almasını, “Tek adam olma iddiasında ki ve karar verme noktasında ortaklıklardan hoşlanmayan” İktidar ile Başbakan’ın hoş karşılamayacağı ve yetki bölüşümü olarak algılayarak başlayan bu süreci sürdürmekten vaz geçeceklerine dair korkumdu.
“Aykırı Sorular” Programının hemen ardından, Barolar Birliği Yönetiminde bulunan bir hukukçu dostumu arayarak konuştum.
Kendisine bu cesur ve sorumluluk taşıyan girişimi alkışladığımı söyleyerek, “Keşke süreci ve görüşmeleri tamamlayarak sonuç alana kadar medyaya çıkmasaydı” Diyerek endişemi paylaştım. Kendisi de, beni “Bunlar normal, sonucu etkilemez” Diyerek rahatlattı.
Ne var ki, “TEKE TEK” Programından sonra MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, biraz da amacını aşacak şekilde sert bir tepki koydu ve randevusunu iptal etti.
Ardında da Başbakan Yardımcısı Sayın Hüseyin Çelik, Sayın Feyzioğlu’nu siyaset yapmakla suçladı. Sayın Başbakanın da Uzakdoğu’dan tepkisi gecikmedi.
Ne yazık ki, endişelerim doğrulanıyordu.
Çok güzel başlayan bir sivil toplum kuruluşunun bu örnek tavrı, aceleci bir tavır ile medyaya çıkma yanlışı nedeniyle sonuçsuz kalırsa, ülkemiz ve toplumumuzun beklentileri adına yazık olacaktır.
Keşke medya bu yanlışı yapmasaydı, keşke Sayın Feyzioğlu kendisine yöneltilen siyasetle ilgili soruları, yeni sorulara meyden vermeyecek şekilde cevaplayarak saptırmalara fırsat bırakmasaydı.
Eğer bu girişim sonuçsuz kalırsa, bir sivil toplumcu olarak en büyük üzüntü duyacaklardan birisi ben olacağım.
Her şeye rağmen toplum tarafından destek gören Sayın Feyzioğlu’nun, başlattığı süreci sonuca ulaştırma başarısını göstereceğine ve engelleri aşma becerisine sahip olduğuna inanıyorum.
Umarım devleti yönetenler de aynı yaklaşım içerisinde olurlar da, toplum vicdanının da büyük aralar açan davalar olumlu sonuçlanır..
Güzel şeyleri duyacağımız umut dolu bir hafta dileğiyle…