Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini benimsemiş ve bunu her ortamda seslendirmiş bir ülkedir. Atatürk döneminden itibaren bu, tüm Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin de vazgeçilmez ilkesi olmuştur.
Ancak son yıllarda bölgemizde ki gelişmeler, bu ilkenin korunmasını güçleştirmiş görünüyor. Özellikle de Amerika’nın önümüzde ki dönemlere ait çıkarlarını korumak için uygulamaya koyduğu BOP ( Büyük Ortadoğu projesi,) tüm Ortadoğu devletlerini karıştırmış ve bunun etkileri Türkiye’yi de sarsmaya başlamıştır.
Bu proje içersinde Türkiye’nin hangi rolü üslendiğini yeterince bilinmiyor. Bilinen tek şey, bu projede Türkiye’ye eş başkanlık verildiğidir. Bilinmeyen şey ise, bu eş başkanlığın Türkiye’ye ne kazandırıp, ne kaybettireceğidir.
Bilinen bir başka önemli şey ise, Amerika’nın bölgede ki petrol ve diğer enerji kaynaklarını kontrolü altında tutmak için bugüne kadar destek verdiği diktatörleri birer birer saf dışı bırakmasıdır.
Amerika, bu eylemini “Arap Baharı” adı ile uygulamaya koymuş ve önce Irak’ta sonra da Libya ve Mısır’da ki diktatörleri devirmiştir. Bunların ardında Suriye karışmış ve çıkan iç savaşta kardeş kardeşi öldürmeye başlamıştır.
Son olarak da, Irak’ta uygulanan senaryo İran üzerin de oynanmak istenmektedir. Irak üzerinde uygulanan kimyasal silah kullanımı iddiasının yerini nükleer silah almıştır.
Şimdi en çok sorulan soru, “Sıra kimde?”sorusudur. Çünkü “Arap Baharı” süreci, ülkemiz için de sonu belirsiz bir yöne doğru ilerlemektedir. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine ne derece sadık kalacağımızın bir kez daha test edileceği günlerden geçiyoruz.
Sınır komşularımızla sıfır sorun yaşanacağının söylendiği bir dönemde;
Doğu sınırımızda sürekli sorunlar yaşadığımız Ermenistan ve ona bağlı sorunlar yaşamaya başladığımız dost Azerbaycan.
Güneydoğu sınırında darmadağın edilmiş Irak ile olan sınırımızın hemen arkasında kurulan Kürt Devleti.
Güney sınırımızda karışan ve bu karışıklıkta taraf olduğumuz bir Suriye gerçeği ile karşı karşıyayız.
Komşularımız da ki duruma bakarak, önümüzde ki süreçte olacakları değerlendirebiliriz.
Günümüzde, bizim de içinde bulunduğumuz coğrafya, sömürgecilikte sınır tanımayan Amerika’nın gelecekte ki çıkarlarına göre yeniden şekillendirilmektedir. Ancak Suriye çetin ceviz çıkmış ve Başkan Esat henüz devrilememiştir.
Korkulan, Esat’ın silahlı bir müdahale ile devrilmeye çalışılmasıdır. Çünkü böyle bir girişimin olması halinde, Türkiye’nin bu batağa saplanması olasılığı çok yüksek görünmektedir.
Bu gelişmeler, bundan sonra da birlikte yaşamak zorunda olduğumuz ve yakın zamanda ki kardeş dediğimiz Suriye de dâhil tüm komşularımızla olan ilişkilerimizi bir daha düzelmeyecek şekilde bozacaktır.
İran, daha şimdiden Suriye’ye yapılacak bir müdahaleye seyirci kalmayacağını açıklarken, Rusya’da Suriye’den yana tavır koymaktadır.
Açıkça söylenmese de, Suriye mezhep çatışmasının batağına itilmiştir. İktidarda ki Esat hükümeti Şiilerden, muhalif gruplar ise Sünnilerden oluşmaktadır.
İşe mezhep çatışması açısından bakılınca, bizim Hükümetin muhalif Sünnilere destek vermesi, İran’ın da Şi-i ağırlıklı yönetiminin de Esat Hükümetine destek vermesi şaşırtıcı değildir.
Suriye’de ki muhaliflerin Türkiye’de eğitildiği, muhaliflerin telsiz türü elektronik aletlere ihtiyaç duyduğu ve ilk parti malzemenin muhaliflere ulaştırıldığı Türk televizyonları tarafından açıklanmaktadır.
Türkiye’nin Suriye’de ki iç savaşta açıkça taraf olması, ister istemez bizi de bu batağa sürüklemektedir. Son günlerde Güneydoğu Bölgemizde süren ve giderek yoğunlaşan PKK saldırıları ise, düşündürücü boyutlara ulaşmıştır.
Bir avuç militan diye tanımlanan PKK, Şemdinli’yi kuşatmış ve gücünü dünyaya duyurmanın peşindedir. On günü aşkın bir süredir devam eden çatışmalar henüz sonlandırılamamıştır. Dün sınır ötesi harekâtlarla vurduğumuz PKK artık sınırlarımız içersinde şehir kuşatabilmektedir.
Bir taraftan dünyanın en büyük ordularından birisine sahip olduğunuzu söyleyeceksiniz, öte yandan bir militan grubunun saldırılarını bitiremeyeceksiniz ve her gün gelen ikişer, üçer şehitle sarsılacaksınız. Bunun akıl alacak bir tarafı yoktur.
Nitekim bu yazıyı kaleme aldığım sıra da Hakkâri ve Çukurca’dan gelen sekiz şehit ve onbeş yaralı haberi, olayın hangi boyutlara geldiğini kanıtlamaktadır.
Böyle bir ortamda sonunun nereye varacağı belli olmayan Suriye batağına girmek ne derece akılcıdır? Sorgulamak gerekmez mi?
Son askeri şura ile ordunun üst kademesi boşaltıldığı ve düşünce aşamasında kalmış bir darbe şüphesi ile yürütülen “Balyoz Davasında” tutuklu bulunan ellinin üzerinde generalin emekli edildiği ortamda ordu içersinde yaşanacak moral bozukluğu da iyi değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, önümüzde ki süreçte Türkiye’yi zor günler beklemektedir. TBMM’nin ve tüm siyasi partilerin ortak kararı oluşturulmadan Suriye’ye karşı başvurulacak askeri bir müdahalenin sonuçları, Türkiye açısından çok büyük riskler doğurabilecektir.
Umuyorum ki, bizi çok da yakından ilgilendirmeyen bu sorun da, komşularımızla ilişkilerimizi kopartacak adımlardan kaçınılacaktır..
Son günlerde sayısı iyice artan şehitlerimize Tanrı’dan rahmet kederli ailelerine sabırların en büyüğünü diliyorum. Ruhları şad olsun.
Üzücü olayların son bulması dileğiyle, iyi haftalar…