Geçmişte gelişmiş devletler çıkarları doğrultusunda doğal kaynakları zengin ülkeleri silahlı güçleri ile işgal eder ve bu geri kalmış ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirirek sömürürdü.
Uzay teknolojilerinin sınır tanımaz boyutlara gelmesi ve artık çok sayıda devletin elinde atom bombası silahının bulunması, ülkelerin savaş yolu ile işgalini ve sıcak savaşları çok daha korkutucu hale getirdi.
Bu dahi sömürgeci devletlerin gözünü korkutmadı. Tam tersine, kendi kaynaklarının bir süre sonra yetersiz kalacağı korkusu ile ülkelerinde hızla yükselen yaşam kalitesini sürdürebilme ve en azından koruyabilme çabaları, bu ülkelerin dış kaynaklara olan iştahını daha da artırdı.
Yaptıkları tek şey, kendi insanlarını sıcak savaştan koruma amacı ile de, sadece sömürü yöntemlerini değiştirmek oldu.
20. yüzyılın sonlarına doğru sömürgeci ülkeler arasında ki dengeler ve ilişkiler de değişti. İlk iş olarak ikinci büyük güç olan Sovyetler birliği’nin dağıtılarak bölgesel etkisi kırıldı. Ardından da, çok sayıda üniter devletin parçalanmasına zemin hazırlandı. Amerika süper güç haline gelerek tüm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeye başladı.
Doğu Asya’da güçlenen Çin faktörü ve her şeye rağmen Rusya varlığı ile bu süper gücü dengelemeye çalışıyor olsa da, bunların hiç birisi süper güç Amerika’nın izlediği sömürgeci anlayışı frenleyemiyordu.
Amerika son dönemlerde zaten yöntemini değiştirerek, kendi çıkarları için gerekli olan kaynaklara sahip ülkeleri, o ülkenin insanları ile çökertmeye ve o ülkenin yönetimlerini ele geçirmeye başlamıştı.
Amerika’nın bu yöntemi karşısında ki en büyük engel ise, karşısında ki ülkelerin ulusalcı, yani ülkelerinin çıkarlarına sahip çıkma anlayışında olan yönetimleriydi.
Nitekim, bu ülkelerin çoğunda ulusal çıkarlara sahip çıkma anlayışı yaygınlaşmaya başlayınca, Amerika bu ülkelerde darbe yöntemleriyle oluşturduğu kendine yakın yönetimleri dahi kontrol etmekte zorlanmaya başlamıştı.
Özellikle de zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu Amerika için daha çok önem kazanmıştı. Ancak bu bölge de yıllardır söz geçiremediği, başına dert olan başına buyruk İran faktörü vardı.
Suriye’de İran ile yakın ilişkilerde olarak Amerika’nın bölgede ki yaramaz çocuğu İsrail için tehdit oluşturuyordu.
Irak’ta diktatör Saddam’da kontrolden çıkmış ve ceberut yönetimiyle kontrol edilemiyordu. Üstelik son dönemlerinde sahip olduğu petrol için ulusal çıkarlarını ön plana almaya başlamıştı.
Kuzey Afrika’da Libya’nın Devlet Başkanı Muammer Kaddafi yıllardır Amerika düşmanı olarak biliniyordu. Kaddafi’de ülkesinin kaynaklarının yabancılar tarafından talan edilmesine göz yummuyor, yummayacağını da en sert şekilde gösteriyordu.
İşte böylesine karmaşık bir yapının olduğu Ortadoğu’da Amerika uzun vadeli çıkarlarını sağlama almak için düğmeye basıyor ve sonraki yıllarda Büyük Ortadoğu Projesi( BOP) adı verilecek projenin alt yapısını oluşturuyordu.
İlk hedef, Irak’da Saddam’ın devrilerek yerine Amerika’nın çıkarlarına hizmet edecek yönetimin işbaşına getirilmesiydi.
Kitlesel Kimyasal silah üretiyor iddiaları ile dünyada yaratılan kamuoyu baskısı ile Saddam’ın görevi bırakması sağlanamayınca, askeri güçle devrilmesi için düğmeye basılıyordu.
Ancak bu konu Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyordu. Çünkü bu sırada Türkiye’de Ecevit Başkanlığında ki Koalisyon Hükümeti iktidardadır ve Rahmetli Ecevit, Irak müdahalesine karşıdır ve bu konuda da kararlıdır.
Yaşı gereği ciddi sağlık sorunları da olan Ecevit’in bu ısrarı, bir dizi tezgah sonrası hem Ecevit’in, hem de koalisyon hükümetinin sonunu hazırlıyordu.
Yapılan erken seçim sonucu AKP tek başına iktidara geliyordu. Bu sırada Amerika’nın Irak’a müdahalesi de son aşamasına gelmişti. Türk Hükümeti Amerika tarafından istenen “Türk topraklarının yabancı güçlere açılması” önerisini bir teskere ile TBMM’ne getiriyordu.
AKP’nin TBMM’de ki sayısal üstünlüğüne rağmen teskere TBMM’den geçmiyordu. Bu sonuç Türkiye açısından beklenmedik bir süreci de başlatıyordu.
Burada bir parantez açarak biraz geçmişe göz atarak Türkiye’de yaşananları hatırlarsak, o günlerde başlayan bu süreci ve bazı gerçekleri daha iyi değerlendirebiliriz diye düşünüyorum.
1990’ a kadar Amerika yanlısı olarak tanınan Türk Genel Kurmayı bu tarihlerden itibaren özellikle silahta dışa bağımlılıktan kurtulmak için çok önemli adımlar atmaya başlamıştı.
Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi ulusal silah yapımınına destek veren kuruluşları oluşturmuştu.Özelliklede dışa bağımlı silahların kullanımın da Türk Ordusu elektronik cihaz ve şifrelerine sahip olmadığı için bağımsız davranamıyordu. Bu nedenle Türk Genel Kurmayı bazı önlemler almaya başlamıştı.
Türk Ordusu’nun bu ulusalcı tavır değişikliğinin de etkisiyle, “Teskerenin” TBMM’den geçmemesinin faturası Amerika tarafından Türk Genel Kurmayı’na çıkartılmıştı.
Sonra ki yıllarda “Çuval Olayı”olarak tanımlanacak olan ve PKK terörünü önlemek amacı ile Irak toprakraklarında konuşlanmış bir Türk özel güvenlik timinin başına Amerikalı bir komutan tarafından çuval geçirilmesi olayı da, bu tepkinin bir yansıması olarak yorumlanacaktı.
Oysa, hatırlanacağı gibi geçmiş yıllarda Türk Ordusu’nun Amerika yanlısı olduğu ve Türkiye’de geçmişte yapılan askeri darbelerin Amerika’nın bilgisi dahilinde yapıldığı kanısı, o güne kadar toplumumuzda yaygındı.
Son beş yılda Türk Ordudusunun üst düzey komuta kademesine yönelik başlatılan “Balyoz ve Ergenekon” Davalarının da, bu tepkinin devamı olduğu ve Türk Genel Kurmayı’nın ulusal çıkarlar doğrultusunda ki değişiminin engellenmesi olarak değerlendirildiği kanısı, kamuoyunda yaygınlaşmaya başlamıştır.
Bu açıklamadan sonra konumuza dönebiliriz.
Teskerenin olumsuz sonuçlanması sonrası Amerika’nın Ortadoğu’da ki ilk uygulaması Irak’ta başlıyordu. Irak’da olan her şey son on yılda ve gözlerimizin önünde olduğu için
detayına girmek istemiyorum.
Ülkesine kan kusturan bir diktatör olan Saddam’ın, Irak’ın ulusal çıkarlarını korumak amacıyla sömürgeci güçlere direnmesi ve görevi bırakmaması, O’nun da sonunu hazırlıyordu.
Irak’da Saddam’a söz geçiremeyen Amerika hepimizin hatırlayacağı yalanlarla ve düzmece raporlarla Irak Halkını koruma ve özgürlük getirmek bahanesiyle bu ülkeye işbirlikçi ülkelerin de desteği ile müdahalede bulunmuş ve Saddam’ı Irak halkı’nın desteği ile devirmiştir. Bu işgale öncülük eden ülkelerin içersinde bir başka Müslüman ülkeninde bulunması düşündürücüdür.
İlk operasyon bitmiş ve Irak’ta yönetim, Amerika’nın çıkarları doğrultusunda çalışacak bir kadroya teslim edilmiştir.
Saddam’ın devrilmesi sürecinde yüzbinlerce Iraklı çocuk ve kadının öldürülmesine, işgal güçlerinin askerleri tarafından çocuk yaşta ki kızların ırzına geçilmesine, ne yazık ki Türkiye dahil bütün Müslüman ülkeler seyirci kalıyordu.
Yaratılan ortam da, kandırılan Iraklılar kendi liderlerinin heykellerini yerlede sürükliyordu.
Bugün Irak Halkı, yaşadıklarının pişmanlığını ve büyük bir sömürü düzenin içine düşmenin acısını yaşamaktadır.
2003 yılında ortaya atılan ve Ortadoğu’yu yeniden düzenleyecek proje olarak anılan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) artık önü açılmıştı. Bu projenin konuşulması ile birlikte Türkiye için de bir görev tanımlaması yapılıyor ve Türkiye BOP’un Eşbaşkanı olarak ilan ediliyordu.
Son yıllarda yaşanan Arap Baharı operasyonları da, bu ülkelerin yönetimlerini Amerika’nın çıkarları doğrultusunda çalışan kişilerden oluşturma yönteminin yansımalarıdır.
Mısır’da Devlet Başkanı Mübarek, karşıtlarının desteklenmesi ile yaratılan kargaşa sonrası iktiardan uzaklaştırılıyodu.
Libya’da Devlet Başkanı Muhammed Kaddafi Amerika ve işbirlikçi yandaşlarının silahlı müdahalesi sonucu öldürülüyor ve istenen düzen sağlanıyordu. Kaddafi sonrası Libya’nın doğal ve yeraltı kaynakları işbirlikçi ülkeler tarafından paylaşılıyordu.
Sıra Suriye’deydi. Ama Suriye’de Başkan Esat dirençli çıkmıştı. Arkasında İran ve Rusya vardı. Orada da Başkan Esat yönetiminin Şii olması kullanılarak ve Sünni muhalifler desteklenerek iç savaş çıkartılması ile devrilmesine çalışılıyordu.
Ne acıdır ki, Irak’ta Saddam’ı devirmek uğruna yüzbinlerce günahsız insan öldürülürken ve binlerce kadın ve kızın ırzına geçilirken seyirci kalanlar, bugün Esat’ı devirmek için çıkartıkları iç savaşta öldürülen insanları korumayı bahane ediyorlar.
Sömürgeciliğin bölgemizde ki ülkeleri yeniden yapılandırma
operasyonun sürdüğü böyle bir ortamda, ülkemiz insanlarının kaygı duymamasına olanak olmadığı düşüncesiyle, bu sömürü düzeninin son dönemlerde bölgemizde yaşattığı olayları geniş açıdan bir kez hatırlayalım istedim.
Devran dönüyor ve BOP Projesi, sömürgeciliğin sınır tanımaz acımasızlığı ile adım adım ilerliyor. Umarım bu karmaşanın ucu, Eşbaşkan olan ülkemize dokunmaz.
Tüm insanların kendi vatanlarında özgürce ve sömürülmeden yaşamak hakkı olmaldır.
Savaşların yaşanmadığı, insanların ölmediği ve sömürü düzeninin son bulduğu bir dünyada yaşamak dileğiye, iyi haftalar..
Not: Bu haftadan başlayarak zaman zaman yazılarımın sonunda bilge kişilerin deyişlerine yer vereceğim.
Unutma, bir kalbi kırdıktan sonra özür dilemek fayda sağlamaz.
Bil ki, telafisi olmayan şeylerin izahı gereksizdir. Victor Hugo