Toplumların huzurlu yaşamını sağlamak üzere görev üstlenenler devlet adına bu görevi üstlenmişlerdir. Bunların çoğu da siyasi irade tarafından atanırlar.
İster seçimle gelsinler, isterse atanarak göreve getirilsinler tüm yönetici ve bürokratlar devleti temsil ederler.
Bürokrat veya daha anlaşılır adıyla üst düzey yöneticilerin birinci görevi, toplumun çıkarlarını korurken yansız görev yapmalarıdır.
Sözünü ettiğim bürokratlar vali, kaymakam, cumhuriyet savcısı, emniyet müdürü gibi kişisel sorumlulukların öne çıktığı görevler olabildiği gibi Anayasa mahkemesi, Danıstay, Sayıştay ve HSYK ve diğer kurumsal görevler de olabilir.
Ama hepsinin asli görevi devleti inanılır ve güvenilir yapmaktır.
Buraya kadar altını çizdiğim saptamalar, çağdaş demokrasilerin uygulandığı ülkelerde tartışmasız işleyen kurallardır. Çünkü bu ülkelerde yasalar siyasi iradenin istekleri doğrultusunda hemen hergün değiştirilmez, delinmeye çalışılmaz, yasa boşlukları aranmaz. Yasalar karşısında herkes eşittir.
Dönüp ülkemizde ki uygulamalara bakarsak, karşılaşacağımız manzara tam bir hayal kırıklığıdır.
Çünkü ülkemizde yasalara bağlı ve saygılı kalabilme kültürü henüz oluşmamıştır. Çoklu demokrasiye geçildikten sonra 1962 ve 1982 de iki kez Anayasa hazırlanmıştır. Daha sonraki yıllarda da çok kez anayasnın bazı maddeleri değiştirilmiştir.
Ülkemizde bazı eksiklerine rağmen anayasalara dayalı önemli bir sorun olduğunu sanmıyorum. Ülkemizde ki asıl sorun, siyasi iradeyi ve gücü elinde bulunduranların yasaların bazı kurallarının kendilerine de uygulanmasına karşı gösterdikleri tahammülsüzlükdür.
Bu ülkede, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir devlet adamı “Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz.” Diyebilmiştir.
Gücü elinde bulunduranların, sokakta ki vatandaş gibi yasalara saygılı olmak yerine, yasalarıın boşluğunu bulmaya çalıştığı sürece, bu ülkede kim hangi düzeyde yeni bir Anayasa yaparsa yapsın, aynı sıkıntılar yaşanacaktır.
Tüm bu siyasi güç kullanımları sokakta ki vatandaşı huzursuz etmektedir. Sade vatandaş kime nasıl güveneceğini şaşırmıştır. Sade vatandaşın bir haksızlığa uğradığında sığınacağı limanlar yargıdır, polistir ve kentin en üst düzey bürokratıdır.
Ancak, siyasi iradenin bu üç kesimide baskı altında tutması onlara tarafsız davranabilme olanağı bırakmamaktadır.
Toplumsal haksızlıklara demokratik tepki koyanlar en acımasız suçlarla suçlanabilmekte, hatta tutuklanabilmektedir.
Aldığı kararlar siyasi iradenin beklentileri ile örtüşmeyen özel yetkili savcıların başına gelenler, tüm bürokratları sindirmektedir.
Bu konuda en zor durumda kalanlar ise, toplumla birebir karşı karşıya gelenler kentlerin yönetiminde en üst düzeyde görevli olan valiler ve kaymakamlardır.
Geçmiş dönemlerde de bu yöneticiler üzerinde zaman zaman siyasi baskıların olduğu bir gerçektir. Ancak günümüzde ki siyasi iradenin gücü, çok daha kapsamlı ve katı kurallarıyla ortaya çıkmaktadır.
Bu koşullarda valiler ve kaymakamlar kentlerinde yaşanan çok önemli konularda uygulama zorluğu ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bunların en somut örneklerinden birisi de son günlerde Samsun’da yaşanmaktadır. Terme Kozluk’ta bir Avusturya şirketi tarafından yapılmaya çalışılan termik santralin yer seçiminin uygun olmadığı, çevreye, ekili alanlara zarar vereceği ve yöre de yaşayanların çok ciddi sağlık sorunları ile karşılaşmasına neden olacağı Danıştay tarafından da kabul edilmiş ve yatırımın durdurulması kararı alınmıştır.
Samsun ve Terme çevre birliktelikleri toplum adına endişelerini bu santralin gündeme geldiği günden beri anlatıyor ve yöre halkını aydınlatıyor.
Yöre halkı ilk aşamada yatırım ve işsizlik sorununa çözüm bulunacağı iddiası ile ikna edildi. Ancak işin rengi ortaya çıkınca tepki sesleri yükselmeye başladı.
Bu büyük mücadele sonunda Danıştay kararı ile noktalandı. Noktalandı noktalanmasına ama OMW isimli yapımcı firmanın bu kararları çok da umursadığı yoktu. İnşaat harıl harıl devam ediyordu.
Yapılması gereken tek şey, kentin en yüksek mülki amiri olan valinin, Danıştay kararınının uygulanmasını sağlamasıydı. Nitekim, bu konuda ilk günden itibaren tepkisini toplumla paylaşan sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu “Çevre Birlikteliği de” Sayın valimize bu çağrıyı yaptı.
Ancak, bu santrallerin yapımına izin veren siyasi iradeydi. Siyasi iradenin son uygulamalarına baktığımızda ise, valilerin siyasi irade ile karşı karşıya gelmesi çok da kolay gözükmemektedir.
Bu olumsuz gelişmelerin, ülkemizin ve halkımızın çıkarlarını olumsuz etkilediği bir gerçek. Hemen hergün gündeme gelen yeni bir olay da bu endişeleri artırıyor.
Yine Samsun’u yakından ilgilendiren bir başka olay son günlerde yeniden gündeme geldi. Ortaya çıkan tablo akıl alacak gibi değil.
Samsun gündemini izleyenlerin hatılayacağı gibi geçtiğimiz yıl ESM Samsun Şubesi Başkanı Sayın Müşfik Erdoğan, yap-işlet modeliyle özelleştirilen KUMKÖY HES SANTRALİ’NİN özel bir firmaya devri sırasında gerçek değerinin çok altında bir fiyatla satışının gerçekleştirildiğini iddia etmiş ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması sonucu devlet 20 milyon TL. civarında bir zarardan kurtarılmıştı.
Yeni iddiaya göre, Suat Uğurlu Barajı’nın 2.5 Km. Aşağısında ki Kumköy Hes’e su tutma seviyesi için 26.5 metre kodu sınır üst sınır olarak belirlenmişti.
Çünkü bu sınır 28 metreyi aştığında Suat Uğurlu Barajı çok büyük zarar ve tehlikelerle karşı karşıya kalacaktır.
Ayrıca Kumköy HES’in artacak su seviyesine karşılık Suat Uğurlu Barajı’nın su seviyesi düşecek dolayısıyla da bir devlet kuruluşunun elektirk üretimi düşecekti.
Buna rağmen son haberler, EÜAŞ’In uyarılarına rağmen DSİ’nin Kumköy Hes’in su seviyesini düşürmek yerine, 30 metreye yükselten bir revize plan uygulamasını onaylamıştır.
Böylece hem Suat Uğurlu Barajını riske sokulmuş, hem de Suat Uğurlu Barajının elektirik üretiminin yıllık 20 milyon kilovat saatlik düşüşüne neden olunmuştur. Bu düşüşün Kumköy Hes Santraline kaydırılmasının önü açılmıştır.
Suat Uğurlu Barajı’nın üreteceği elektrik ürettirilmeyerek Devlet zarara uğratılırken, Kumköy Hes’in yıllık 4 milyon TL. fazla kazanması sağlanmıştır.
Bu iddialar doğru mudur? Bilemem. Ancak bu haberler geçtiğimiz hafta içersinde çok geniş bilgiler eşliğinde yerel basında yer almıştır.
Şu ana kadar ne EÜAŞ’tan, ne DSİ Bölge Müdürlüğü’nden, ne de kentin üst düzey yöneticilerinden bir yalanlama veya bir açıklama gelmemiş olması iddiaların boş olmadığını göstermektedir.
Ayrıca, Kumköy Hes’in özel firmaya devri sırasında hazinenin zarara uğratıldığının ortaya çıkmasını sağlayan ESM Samsun şubesi’nin bu konularda ki inandırıcılığı dikkate alındığında, üzülerek söylemek gerekirse ülke çıkarları bir kez daha zararla karşı karşıyadır.
Yazık. Yazık...
İyi haftalar..