Ülkemizdeki laik düzen yok edilerek yerine oluşturulmak istenen rejimin önündeki engelleri kaldırmak üzere AKP ile kökeni bir tarikat olan Cemaatin kol kola girdiği bilinen bir gerçektir.
Kurulan birliktelik ile on bir yıl iktidar olmayı başaranlar arasında son günlerde ortaya çıkan ciddi ayrışma ve karşılıklı suçlamalar, on bir yıldır muhalefetin anlatamadığı korkutucu bazı örgütlenmeleri ve rüşvetle harmanlanmış çirkin çıkar ilişkileri ile yolsuzlukları ortaya çıkardı.
Bu birliktelik ve dayanışmanın sürdüğü son on bir yılda olanları hatırlarsak, olan biteni çok daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum.
Türkiye’de zaten yeterince bağımsız olmadığından yakınılan mevcut hukuk sistemini tamamen iktidarın yörüngesine sokacak ve rejimi dönüştürecek değişikliklerin önünde engel olabilecek anayasal hukuk kurumlarını tamamen bağımlı hale getirecek bir Anayasa Referandumuna evet denilmesi, bu birliktelikle sağlandı.
Son on bir yıl içerisinde seçimler öncesi medyaya servis edilen kasetlerle muhalefet partilerine siyasi şantajlar yapılarak seçimlerde başarılı olmanın önü açıldı.
Bağımlı hale getirilen bu yargı ile muhalefet belediyelerinin üzerine yolsuzluk soruşturmaları ile gidilerek itibarsızlaştırılırken, ciddi yolsuzluk iddiaları ortaya atılan iktidar belediyeleri koruma altına alındı.
Bugün, devlet içerisinde örgütlenerek paralel devlet yapısı oluşturduğundan yakınılan Cemaatin bu tür yapılanmasını fark ederek üzerine giden ve bu tehlikeli örgütlenmeyi araştıran Cumhuriyet Savcısının makamı basılarak bu savcı gözaltına alınırken, diğer savcılara da gözdağı verildi.
Özel Yetkili Mahkemeler kurularak geniş yetkilerle donatılan bir savcının talimatları ile başta Hükümetin göreve getirdiği Genel Kurmay Başkanı başta olmak üzere, çoğunluğu Deniz Kuvvetleri ve diğer kuvvet komutanlıklarından çok sayıda görevli ve emekli üst düzey komutan “Darbeye teşebbüs ve Ergenekon” suçlaması ile gözaltına alınıp tutuklandı.
Düzmece olduğu iddialarının havada uçuştuğu ve doğruluğu bir türlü kanıtlanmayan CD ve bilgisayar kayıtları ile bu komutanlar terör örgütü kurdukları savları ile mahkûm edildiler.
Cemaat olgusunu yazan çok sayıda gazeteci, bilim adamı, öğretim üyesi çeşitli suçlamalarla yaftalanarak tutuklandı.
Referandum sonrası birbiri ardı sıra yapılan yasal düzenlemelerle Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay yeniden yapılandırılarak iktidarın güdümüne sokuldu.
Yargı ve emniyetin cemaat yanlılarıyla kuşatılması, o dönem için sakıncalı görülmedi. Mülki amirler cemaate yakın isimlerle donatılarak, “Benim Valim, benim kaymakamım” anlayışıyla iktidarın hizmetine sokuldu.
İdare de bunlar olurken, büyük bir özelleştirme furyası başlatıldı. Zarar edenlerin yanında, kar ederek hazineye çok önemli katkılar yapan Cumhuriyet döneminin kazanımı olan sanayi tesisleri ve hizmet kuruluşları, değerlerinin altında olmasına bakılmaksızın özelleştirildi.
Bir ülkenin devlet sırlarını dahi tehlikeye atacak iletişim kurumları yabancı ortaklıklara satıldı.
Genel Kurmay Başkanlığı’nın gizli kalması gereken askeri sırları taşıyan belgeleri, kozmik odalardan çıkartılarak ortalığa saçıldı.
Medya kuruluşları birer birer iktidar yandaşları işadamlarınca satın alınıp iktidarın sözcülüğüne soyundurulurken, tarafsızlığını sürdürmeye çalışanlar ağır vergi cezaları ile sindiriliyordu.
“Tarafsız kalan bertaraf olur “ Söylemleri ile topluma korku salınıyordu.
Güneydoğu sorununda geçmişte inkâr edilen söylemler unutulup, “Çözüm Süreci” Adı altında yeni bir dönem başlatılıyordu. BDP sözcülerinin özerklik talepleri yoğunluk kazanırken, İmralı da görüşmelerin tarafı haline getiriliyordu.
Dış siyasette ise, neredeyse tüm komşularımızla sorunlu hale gelinmişti. Özellikle Suriye politikası, içeride ve dışarıda yoğun şekilde eleştiriliyordu.
Bu oluşumlar sırasında sağlık alanında da önemli değişimler yaşanıyordu.
Önceki tüm hükümetlerinde programlarında olduğu halde, kaynak sağlanamadığı için yürürlüğe sokamadıkları “Genel Sağlık Sigortası”, 2007 seçimleri öncesi devreye sokuluyordu.
Seçim sonrası tüm tarafsız kaynaklar, AKP’ nin 2007 seçimlerinde sağladığı büyük başarıda ki en büyük payın, sağlıkta yapılan düzenlemelerin olduğunu belirtiyordu.
Sağlık alanında halka sağlanan büyük kolaylıkların diyeti ise, hekim ve eczacılara ödetiliyordu. (Bu konuda ki geniş bir değerlendirmeyi gelecek hafta ki, köşe yazımda sizlerle paylaşacağım.)
Bu arada ciddi yolsuzluk iddiaları sık sık gündeme gelmeye başlamıştı. Bu yolsuzluk olaylarının üzerine gidilmeyişi, Almanya’nın mahkûm ederek asıl suçluların Türkiye’de olduğunu ilan ettiği, “Deniz Feneri” suçluları adeta koruma altına alınıyor ve davaya bakan yargı mensupları görevden uzaklaştırılarak haklarında soruşturma başlatılıyordu.
Her şey sürecinde gidiyor gibi gözüküyordu. Ancak hedef olarak belirlenen, “Başkanlık Siteminin” Önünü açacak yeni bir Anayasa yapımında muhalefetin direnmesi ile işler istendiği gibi gitmemeye başlamıştı.
Bu arada Türkiye yaklaşan yerel seçimlere odaklanmış ve geniş yetkilerle donatılacak “Başkanlık Sistemi de”, bir başka bahara kalmış gözüküyordu.
Artık bazı şeylerin iyi gitmediğinin işaretleri görülmeye başlamıştı.
Büyük yolsuzluk olayları dış medyada sık sık gündeme geliyordu. İktidar Partisinin önemli isimlerinin adı bu yolsuzluklarla anılmaya başlamıştı.
İşte bu sırada, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olayları nedeniyle bir devlet bankasının genel müdürü ve bazı bakanların çocukları ile İranlı bir işadamı tutuklanıyordu.
Sonunda, iktidarın komploya uğradığı iddiaları ile karşı atağa geçmesi ile AKP Cemaat ayrışması gün yüzüne çıkıyor ve son günlerin bilinen olayları yaşanıyordu.
Karşılıklı suçlamalar sürerken, emniyet ve yargıda yapılan operasyonlara gerekçe olarak, Cemaatin yargı ve emniyet içerisinde örgütlendiği ve devleti ele geçirmeye çalışan “Paralel Devlet” Yapısı oluşturduğu iddiaları ile rüşvet ve yolsuzluk olayları adeta sumen altına itiliyordu.
Yakın geçmişe kadar yapılanları savunan ve iktidara her platformda destek verenlerin dahi kafası karışmış, dün göremedikleri gerçekleri görmeye başlamışlardı.
Gelinen bu karmaşa ve belirsizlik ortamında iki tarafa da destek vermeyen sokaktaki sade insanlar şaşkına dönmüştü.
Bu güne kadar yapılanları birlikte yapıp, işin sonunda birbirine giren İktidar ve Cemaat, yarattıkları karmaşa ile ekonomiyi de alt üst etmişlerdi.
Şimdi soruyorum? Sokakta ki sade vatandaşın günahı nedir?
Bu güne kadar tüm iyi niyetleri ile mevcut siyasi iradeye destek vermiş insanlar, şimdi neden yolsuzluklara bulaşmış bir ekiple, Cemaat arasın da tercih yapma ikilemi ile karşı karşıya bırakılmaktadır?
İşin başından beri bu yanlışları gündeme taşıdığı halde, muhalefetin neden hala sokakta ki sade vatandaş için umut olacak yeterli ve etkili girişimlerde bulunamadığı da, bir başka soru olarak gündeme oturuyordu.
Siyasetin böylesine çirkinleştiği ortam da, en büyük yarayı demokrasimizin ve de demokrasiye olan inancın alacağı görüşü ağırlık kazanıyordu.
On bir yıldır iktidarda olan ve her istediği yasal düzenlemeyi yapabilen bir iktidarın, düşledikleri bir yönetim biçimini gerçekleştirmek için göz yumduğu Cemaatin devlet içerisinde örgütlenmesini nasıl atlar? Anlamak mümkün değil.
Ne yazık ki, nerede duracağı ve kimin kazançlı çıkacağı belli olmayan bir süreçten geçiyoruz.
Aldığı yardım ve kömür paketlerini kaybetme korkusu ile suskunluğa bürünen ve sorgulama yapmayan bir toplumun gerçekleri ne zaman göreceği ise, belirsizliğini koruyor..
Eğer bu süreç, çok daha kötü şeylerin oluşmasına kadar uzanırsa, bundan bugün susanların yakınmaya hakkı olmayacaktır.
Yeni yılın bu karmaşayı ülkemizin çıkarları doğrultusunda sonlandırması dileğiyle, iyi haftalar..