Türkiye son on beş yılda tarihinin en çalkantılı ve karmaşık dönemini yaşıyor. Bu süreçte yaşananlara geçmeden önce kısaca bu dönemin öncesinde ki gelişmeleri hatırlatmak istiyorum.
1980 darbesi sonrası siyaset alanının tüm birikimli insanlarının devre dışı bırakılması ile Türkiye büyük bir siyasi istikrarsızlığa düşmüş ve doksanlı yılların sonunda yine bir koalisyon hükümeti iktidar olmuştur.
1999 Genel Seçimleri sonrası DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Başkanlığında MHP ve ANAP’ın katılımı ile kurulan hükümet, bir süre sonra ülkemizde sıkça yaşanan yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmıştır.
Ekonomik bunalımın giderek arttığı ve ekonomi ile ilgili bazı bürokratların istifa ettiği günlerde,adı o güne kadar Türkiye’de çok da bilinmeyen Dünya Bankası’nda görev yapan Kemal Derviş Türkiye’ye davet edilir.
Türkiye’ye gelen Kemal Derviş, Ecevit Hükümeti’nde ekonomiden sorumlu bakan olarak yer alır ve uyguladığı sıkı para politikaları ile ekonomide önemli bir düzelme sağlar.
Ne var ki, işlerin düzeldiği sırada Kemal Derviş’in telkinleriyle DSP’den bazı önemli isimler ayrılarak yeni bir parti kurar ve DSP bir karmaşaya itilir.
Bu karmaşa içerisinde Kemal Derviş bu kez derken seçim sözünü ortaya atar ve bu öneriye ilk olumlu yaklaşan da koalisyon ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olur.
Ekonomi rayına oturmuşken gidilen erken seçim de koalisyon ortağı üç parti de baraj altında kalırken, yeni kurulan AKP tek başına iktidara gelir.
Bu süreçte öylesine akıl almaz işler olur ki, sanki bir gizemli el ekonomisi düzelmiş Türkiye’yi yeni bir düzene doğru götürmektedir.
Devlet Bahçeli sonra ki yıllarda da yaptığı anlaşılmaz çıkışların ilkini bu dönem de yapmış, ekonominin rayına oturduğu sırada erken seçim önerisine atlamış ve partisi seçimlerde baraj altında kalırken, Türkiye’yi on beş yıldır yöneten AKP’nin iktidar olmasını sağlamıştır.
AKP iktidar olmuştur ama Genel Başkanı milletvekili olmadığı için Hükümet Başkanı olamamıştır.
Bu kez de ortaya CHP Genel Başkanı Deniz Baykal çıkmış ve demokrasinin işlemesi adına AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önce milletvekili seçilmesini, sonrada Başbakan olarak hükümetin başına geçmesini sağlamıştır.
**********************************************
AKP İKTİDARININ İLK DÖNEMİ;
Bu süreci hatırlattıktan sonra bu sürecin sonunda iktidara gelen ve on beş yıldır ülkemizi yöneten AKP döneminin analizine geçebilirim.
İnanıyorum ki, Türkiye’nin son on beş yılının Türk siyaset tarihinde özel bir yeri olacaktır. Çünkü bu on beş yılda yaşananların ve hemen her alanda yapılan olumlu ve olumsuz değişimlerin Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyeceğinin en güzel cevabını zaman verecektir.
2002 Genel Seçimleri sonrasın da AKP’ nin tek başına iktidar olmasının altında yatan en önemli nedenlerin başında, diğer siyasi partilerin yaptığı yanlışlar ve kötü yönetimleri yanında özellikle Özal döneminde yaşanan banka soygunları ve yolsuzluk iddialarının sıradanlaşmaya başlamasının toplumda yarattığı tepkiler olduğunu sanıyorum.
Tüm sağ partilerin 1950’ den bu yana iktidara gelmek için dinimizi kullandığı bir gerçektir. AKP’nin diğer sağ partilerden çok daha ağırlıklı dini söylemler ve vaatler ile öne çıkması ve toplumda oluşan "Bunlar dindar, yolsuzluğa izin vermezler” kanısı, AKP’nin en büyük şansı olmuştur.
AKP’nin laik düzen karşıtı söylemleri, %98 i Müslüman olan ülkemizde şeriat düzeninin özlemi içerisinde olan kesim ile toplumun dindarlığı her şeyin önüne koyan bir büyük bölümüne, diğer sağ partilerden daha çok güven vermiştir.
AKP Genel Başkanı, iktidara gelmeden önce verdiği mesajlarla da bu güveni sağlamıştı. Hatırlayacak olursak, “Bu millet isterse, laik düzen de kalkar”, “Demokrasi sadece bizi hedefimize götürecek bir tramvaydır, gideceğimiz durağa gelince ineriz”, “Kubbeler miğferimiz, minareler süngümüzdür.”Gibi söylemler, daha önce hiçbir siyasi lider tarafından söylenmemişti.
Kabul etmek gerekir ki iktidara gelişinin ilk dönemlerinde yaptığı bazı işler, toplumun büyük bir bölümü tarafından da destek bulmuştur.
Özellikle bazı kamu iktisadi kuruluşlarının (KİTLER), geçmişte ki siyasi iktidarların arka bahçesi olarak kullanılması,
Her iktidarın bu kuruluşlara yerleştirdiği kendi yandaşları nedeniyle sürekli zarar ediyor olması ve AKP’ nin bu KİT’leri hızlı bir şekilde özelleştirilmesi,
Sosyal Güvenlik Kuruluşları olan Emekli Sandığı, SSK ve BAĞ-KUR’un tek şemsiye altında birleştirilmesi,
Hemen her dönemde konuşulduğu halde bir türlü gerçekleştirilemeyen Genel Sağlık Sigortasının gerçekleştirilmesi,
Hastaların doktor ve ilaca kolay ulaşmasının ve ilaçta ciddi fiyat düşüşlerinin sağlanması, bu dönemlerde AKP’ e verilen desteğin temelini oluşturuyordu.
*******************************************
AKP İKTİDARI’NIN 2. DÖNEMİ;
Ancak 12 Eylül 2010 da yapılan Anayasa Değişikliği Referandumunun, bazı aydınlarında “Yetmez ama EVET!” Desteği ile kabul edilmesi sonrası yargının,ülkemizde şeriat düzeni kurma hevesinde olan Fetullah Örgütünün güdümüne girmesi ile bir anda akıl almaz olaylar yaşanmaya başladı.
Öncelikle ülkemizde Laik Düzenin en önemli güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm Atatürkçü subayları düzmece CD ve belgelerle ardı ardına tutuklanmaya başladı. Bu tasfiye kurgusu, dönemin Genel Kurmay Başkanı’nı tutuklamaya kadar götürüldü.
Fetö Örgütünün güdümüne giren yargı mensuplarının düzmece Ergenekon, Balyoz ve Casusluk Davaları ile laik düzen yanlısı subayları mahkûm etmesi ile Fetö Örgütü onlardan boşalan yerlere kendi yandaş subaylarını getirerek ordunun üst düzey komuta kademesini ele geçirdi.
Düzmece belgelerle açılan bu dava çuvallarına iktidara karşı çıkan bilim adamı, gazeteci, iş adamı ve yargı mensupları gibi kim varsa doldurulup tutuklanıyordu.
Ordunun içerisinde ki bu yapılanmayı fark eden komutanların Askeri Şura’da bu askerlerin ordudan atılması için getirdiği öneriler, Şura’ya katılan hükümet üyeleri tarafından karşı oy (Şerh) kullanılarak ret ediliyordu.
Bu süreçte Fetö Örgütü ile birlikte hareket eden iktidar da düzmece davalara destek veriyor ve dönemin başbakanı “Ben bu davaların savcısıyım” Diye açıklamalar yaparken,İktidarın diğer sözcüleri de “Ülkemiz bağırsaklarını temizliyor” Diye açıklamalar yaparak destek veriyordu.
Önceki iktidarlar zamanında da eğitime destek veriyor diye kollandığı anlaşılan FETÖ Örgütü, ülke içerisinde ve dünyanın çok değişik ülkelerinde açtığı okullarda kendi amaçları doğrultusunda eleman yetiştirmeyi sürdürüyordu.
Her yıl TÜRKÇE OLİMPİYATLARI adı ile düzenlenen festivaller büyük spor salonlarında yapılıyor ve dünyanın her tarafından FETÖ okullarında okuyan gençler katılıyordu. Bu olimpiyatlara katılan iktidarın önde gelen sözcüleri Fetullah’a övgüler düzerken, salonlar ”Dön artık ülkene, bu özlem bitsin” çağrıları ile inliyordu.
İşte bu süreç sonunda FETÖ Örgütü, ordunun üst kademelerine yerleştirdiği yandaş subayları aracılığı ile ülke yönetimini ele geçirmek üzere 17 Temmuz 2016 da askeri darbe girişiminde bulunuyordu.
Neyse ki darbe girişimi çok acemice ve aceleyle düzenlenmiş ve ordunun içerisinde ki vatansever subaylar ile sokağa dökülen demokrasi yanlısı vatandaşlar tarafından önlenmiş ama 250’ nin üzerinde vatandaşımızı kaybetmiştik.
Darbe can kayıpları ile de olsa atlatılmış ve devletin içine yerleşmiş FETÖCÜLERİ temizlemek amacı ile Hükümete Kanun Kuvvetinde Kararname (KHK) Çıkartma yetkisi verilmişti.
Ne var ki her üç ayda bir uzatılan ve 1,5 yıldır süren bu yetki, sadece Fetö örgütü üyelerinin temizlenmesi ile sınırlı kalmamış ve Cumhurbaşkanı tarafından ilgili ilgisiz hemen her konuda çıkartılan KHK’larla demokrasimiz işlemez hale getirildi.
NOT: Yazımın yarın yayınlanacak 2.Bölümünde son on beş yılda dış politika, ekonomide yaşananların analizini okuyabilirsiniz.