Ülkemiz, tüm kesimleri ile birlik olup bir hafta önce Elâzığ ve yöresinde yaşanan deprem felaketinin acılarını sarmaya çalışırken, bir başka felaket de bu tür felaketler olduğunda en büyük güvencemiz olan Kızılay’da yaşanandı.
Bu konuya geçmeden, bu tür olayların neden ve nasıl giderek yaygınlaştığını, hatta nasıl yadırganamaz hale geldiğini irdelemek istiyorum.
Üzülerek söylemek gerekirse, insan yapımızda giderek artan büyük bir yozlaşma yaşanıyor. Eline fırsat geçen veya bu tür akçeli işlerin olduğu yerlerde göreve gelenlerin yaptığı yolsuzluk ve bu yolla zenginleşme artık sıradanlaşmaya başladı.
Evet bu ülkenin geçmişinden bugüne halkın diline doladığı. “Devleti malı deniz, yemeyen domuz” şeklinde çok kötü bir söylem vardır. Bu söz öylesine utanç verici ve ülkem adına öylesine kötü bir tanımlama ki, bu sözü ilk duyduğum günden beri bu ülkenin bir insanı olarak içime sindiremiyorum.
Bu sözü ilk duyduğum gençlik yıllarımda, doğrusu bu söylemi doğrulayacak çok açık bir olaya tanık olmamıştım. Hatta bu söz nerenden çıkmış ve neden halkın diline dolanmış diye de merak ederdim.
Ne yazık ki, ben büyüdükçe bu söylemi doğrulayacak olaylarda duyulmaya başladı. Bunlardan ilki, rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde bir yeğenin hayali ihracat yoluyla yolsuzluk yaptığı haberiydi.
Bu olayın Türkiye gündemine düştüğü anda ilk tepki de rahmetli Demirel’den gelmiş ve “Bu suç işlenmişse, kim olursa olsun cezasını çeker” Diyerek yeğeninin yargılanmasının önünü açmış ve yolsuzluklara göz yummayacağını belirterek toplumu rahatlatmıştı.
Ne var ki Turgut Özal’ın iktidara gelişi ile Amerika’da ki bazı beyinler geri çağrılmış ve ülkemize geri dönüş yapan ve Özal’ın prensleri olarak tanıtılan genç yöneticilerin önemli görevlere getirilmesi ile ülkemizin tüm çivileri yerlerinden söküldü.
“Benim memurum işini bilir”gGibi rüşveti adeta suç olmaktan çıkartan söylemlerle, adeta fırsat bulan herkesin yolsuzluk yapmasının önü açıldı. Bankaların içi boşaltıldı. Köşe dönücülük prim yapmaya başladı. O dönemin çocukları,köşe dönücülük hikayeleri ile büyüdü. Bazı evlerde ki çocuklar akşam eve gelen babalarının, o gün nasıl büyük paralar kazandığını dinleyerek geleceğe hazırlandı.
Ve o çocuklar büyüdü. Bugün ülkemizi yöneten kadrolarda bu kuşaktan çok sayıda yönetici var.
Çok daha üzücü olan, yolsuzluk konusunda bugün o günlerinde çok ötesine geçmiş olmamızdır. Bugün artık yolsuzluklar başta bazı bakanlıklar ile belediye başkanlıkları,çok değişik vakıf ve kuruluşlar aracılığı ile planlı bir şekilde yapılıyor.
Ne yazık ki halkımız, gözleri önünde olan bu yolsuzluk ve soygunları çaresizlikle izlerken hızla fakirleşiyor.Bu tür makam ve görevlere gelmeden önceekonomik durumları nedeniyle sıradan bir yaşamı olanların nasıl hızla zenginleştiğini de görüyor.
İşte bu tablo nedeniyle, yaşanan yolsuzluklar ve bu yolla zenginleşmeler, siyaseti ve siyasetçileri, bazı dini kuruluşları, bu işlere aracılık yapan bazı vakıflar ile denetim kurumlarına olan güveni yerle bir etmiştir.
KIZILAY’IN HAZİN DURUMU.
İşte bu kuruluşların başında gelen ve halkımızın tüm tarihi boyunca en çok güvendiği ve yaşanan her felakette yardıma koşan ilk kuruluş olarak tanıdığı KIZILAY, şu anda çok büyük yolsuzluklara ve savurganlıklara aracılık yapan bir kuruluş olarak tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır.
Kızılay, halkımızın çok güvendiği ve kurban derilerini gözü kapalı bağışladığı, kan vermek için kampanyalar düzenlediği, bir doğa felaketi yaşandığında gönül rahatlığı ile o yöre halkına yardımlarını ulaştırmak için tercih ettiği kuruluştu.
Bu kuruluş ne yazık ki, kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu ülkemizin 17 Ağustos 1999 günü Marmara bölgesinde yaşadığı ve 18.000 civarında vatandaşımızın yaşamını yitirdiği büyük deprem felaketin de gerekli erken müdahaleyi gerçekleştiremedi.
Bu nedenle büyük eleştiriler alan Kızılay, 2005 de Başkanlık göreve getirilen Tekin Küçükali döneminde önemli gelişmeler sağladı ve kendini yeniledi.
Ancak bu ekip siyasi iradelere boyun eğmediği için görevi bıraktı ve 2011 de bugün yaşanan akıl ve mantık dışı işlere imza atan Kerem Kınık yönetimi görevi devraldı.
Bu dönem yaşananların üzücü ve düşündürücü yanı, Kızılay’ın dolaylı yönden vergi kaçırılmasına ve dini duygulardan beslenen bazı tarikatlarla ilişkili vakıflara para aktaran kurum haline getirilerek sahip olduğu inanılan yardım kuruluşu olma özelliklerini yitirmesidir.
Halkımızın gözü kapalı kan vermeye koştuğu, yardımlarını dağıtması için verdiği bu ülkenin göz bebeği bir kuruluş olan KIZILAY’I da güvenirliğini yitirmiş kuruluşların yanına gönderdik.
ÇÖZÜM:
Bu kurumun şu anda başında olan yönetim kadrosunun hemen görevlerini bırakıp, yapılan yanlışları kamuoyuyla paylaşıp kendisini yenileyecek yeni bir yönetim ile güven kazanması şarttır.
Aksi halde bu kuruluşun eskiden olduğu gibi kan çağrısında bulunması ve halkın bağış yapmasını beklemesi çok da kolay olmayacaktır.
Kızılay, bu dönemin “Kazan da nasıl kazanırsan kazan” anlayışının ve bu yolsuzluklara göz yuman ve bundan nemalanan siyaset anlayışının yok ettiği son kuruluştur.
Kısacası yazık oldu KIZILAYIMIZA…
Siyasi iradeye yakın bazı şirketleri önceden belirlenmiş bazı vakıflara bağış yaparak devlete vergi vermekten kurtaran yasal düzenlemeyi yapanlarında, bugün geldiğimiz noktada yeniden bir durum değerlendirmesi yapmasında yarar vardır diye düşünüyorum.
Aksi halde kazancının vergisini devletine veren tüm namuslu vatandaşlarımızın da devletine olan güvenini de zedeleyeceğiz diye korkuyorum.
Umuyorum hatadan dönmenin de bir erdem olduğunun anlaşıldığı günleri de görürüz. İyi haftalar…