SURİYELİLERİN DRAMI TÜRKLERİN KÂBUSU OLMAMALIYDI
Türkiye bundan 10 yıl öncesine kadar bölgesinde saygı gören, ufak tefek atışmaları dikkate almazsak, Yunanistan’da dâhil olmak üzere tüm komşuları ile iyi ilişkiler içerisinde olan bir ülkeydi.
Oysa bugün, en büyük ve en dikkatli olmamız gereken dünyanın ikinci büyük gücü olan Rusya’da dâhil, tüm sınır komşularımızla ilişkilerimiz bozulmuş bulunuyor.
Güneydoğu Bölgemizde otuz yılı aşkın süredir çözemediğimiz Kürt Sorununun neredeyse kalkışmaya dönüştüğü bir dönem de başımıza sardığımız Suriye sorunu nedeniyle, şimdi de süper güçlerin de içerisinde olduğu bir büyük savaşın parçası olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Rusya başta olmak üzere komşularımızla bozulan ilişkilerimizin ilk faturası, bölgesel ticaretimizin bitme noktasına gelmesi ve özellikle Rusya’dan gelen turistlerinin gelişlerinin engellenmesi ile görülmeye başlandı.
Bunun anlamı, Türkiye ekonomisinin çok büyük bir darbe yemesi ve dış ticarete dayalı üreticilerimizin batması demektir.
Bugün Ülkemizin karşı karşıya kaldığı olumsuz tablonun iki önemli sonucu vardır.
Bunlar;
- Güneydoğu Bölgemizde kurulmasına çalışılan Özerk Kürt Devletidir.
- Suriye’den ülkemize kaçan mülteci sorunudur.
- KÜRT SORUNU:
Bölgemizde, bölgeyle hiçbir coğrafi ilişkisi olmayan ülkelerin kurguladığı büyük bir oyunla karşı karşıya bulunuyoruz. Irak ile başlayan bu oyunu, önceki yazılarımda detaylıca anlattığım için değinmeyeceğim. Ama sizlere 1970’li yıllarda okuduğum bir köşe yazısından söz etmek istiyorum.
1970’ li yılların ilk çeyreğinde, o zamanlar yayınlanmakta olan dergilerden birisinde (Muhtemelen Akis dergisi) Amerikalı emekli bir strateji uzmanının bir köşe yazısını okumuş ve amma da abartılmış hayali bir senaryo diye düşünüp geçmiştim.
Köşe yazarı bu yazısın da, “Amerika’nın kendi halkının artan ihtiyaçlarını karşılamak üzere önümüzde ki elli yılda en çok ihtiyaç duyacağı şeylerin başında petrolün geldiğini ve uzay teknolojisinde kazandığı üstünlük sayesinde ulaştığı bilgilerle hangi bölgede hangi madenin ve cevherin bulunduğunu bildiğini” Yazıyordu.
Devamında da, “En zengin petrol kaynağının İran, Irak ve Türkiye üçgeninde bulunduğunu ve bu bölgede giderek güçlenen ve bölgeyi kontrol edebilecek bir Türkiye’nin varlığının, Amerika’nın gelecekte ki çıkarlarına engel teşkil edecektir. Bu nedenle, önümüzde ki elli yıl içerisinde Türkiye, Irak ve İran üçgeninde Amerika’nın güdümünde bir Kürt Devleti’nin oluşturulması kaçınılmazdır” Diye tamamlıyordu.
O gün okurken amma da hayalperestmiş diye gülüp geçtiğim o uzmanın senaryosunun 2000 yılından itibaren bir oya gibi işlendiğini görmenin şaşkınlığını yaşıyorum.
Gelin son onbeş yılda olanları bir hatırlayalım;
- Amerika “Irak’ta kimyasal silah üretiliyor” iddiası ile Irak’a müdahale etme kararı alıyor ve bu müdahale için Türkiye’nin topraklarını kullanma talebinde bulunuyordu. İktidar da bulunan Koalisyon Hükümeti’nin başında ki Rahmetli Bülent Ecevit, komşu bir devlete müdahaleye izin vermiyordu. Lütfen, bu karar sonrası Ecevit’in ve Ecevit Başkanlığında ki Koalisyonun başına gelenleri bir hatırlayınız.
- Ecevit Başkanlığında ki Koalisyon dağıtılmış ve yapılan erken seçimde Koalisyonu oluşturan DSP, ANAP, MHP baraj altında kalırken yeni kurulmuş olan AKP tek başına İktidara geliyordu. AKP iktidarı bu kez Amerika’nın talebini gerçekleştirmek için TBMM’ ne meşhur 01 Mart Teskeresini sunuyordu. Ancak TBMM tarihi bir karar ile bu teskereyi reddediyordu.
- Amerika, gerekli onayın alınamamasından son dönemlerde Amerika’nın güdümünden uzak daha ulusalcı tavır sergileyen Türk Genel Kurmayını sorumlu tutuyor ve Amerika’da konuşlanan bir Cemaat Liderinin Devlete sızan elemanlarının desteği ile Türk Ordusu’nun komuta kademesinde ki ulusalcı komutanları uydurma belgelerle tutuklanıyordu.
- Amerika BOP’ u (Büyük Ortadoğu Projesi) uygulamaya sokuyor ve Türkiye Başbakanına da Eşbaşkanı görevi veriliyordu. Bu proje doğrultusunda Irak ile başlayan ve Mısır, Libya ile devam eden operasyonlarla bu ülkelerin ulusalcı tavır sergileyen diktatörleri devrilirken her biri iç savaşlarla perişan ediliyordu.
- Sırada Suriye vardı. Ne var ki, Suriye’de aynı başarı sağlanamadı. Esat dirençli çıktı ve Esat devrilemediği gibi çıkan iç savaşta muhalif kanada destek veren Türkiye, Suriye’nin düşmanı haline geliyordu.
- Türkiye’de yapılan Genel Seçimler öncesinde Kürt Sorunu çözmek üzere başlatılan “Çözüm Süreci” Seçimlerden sonra rafa kalkarken, Güneydoğu Bölgemizde kanlı şehir savaşları başlıyordu.
Amerika’nın istediği olmuş ve bölge tam bir barut fıçısına dönmüştü. Artık, sıra bölgenin haritasının yeniden çizilmesine gelmişti. Zaten yıllardır Amerika’da zaman zaman gündeme gelen haritalarda, bölgenin yeniden dizayn edildiği ve bizim Güneydoğu Bölgemizi de içerisine alan bir Kürt Devleti’nin sınırlarının çizildiği görülüyordu.
Böylesine geniş bir çıkar alanının tek başına Amerika’ya bırakılmayacağı, Rusya’nın da bölgeye gelmesi ile belli oluyordu.
Üzülerek söylemek gerekirse, 1970’ li yıllarda Amerikalı Strateji uzmanının yazdığı köşe yazısında ki senaryo adım adım gerçekleşiyor.
Umarım, hergün gelen şehit haberleri ile sarsıldığımız Güneydoğu Bölgemizde ki gerilla savaşından ülkemiz başarı ile çıkar ve sömürgecilerin oyunu bozulur.
- MÜLTECİ SORUNU
Suriye’de ki iç savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyeliler artık ülkemiz için de çok ciddi sorunlar yaratmaya başlamıştır. İlk günden beri mültecilere kucak açan Türkiye’ye övgü yağdıran Avrupa, mültecilerin kendi ülkelerine de gelmeye başlaması ile şaşkına dönmüş gözüküyor.
Bu mülteci sorunu artık kendi insanlarımızın da tepkisini almaya başlamıştır.
- Avrupa mülteci kabul etmemek için çeşitli yöntemler deniyor. Adeta Türkiye’yi mülteci sığınma evine döndürecek parasal destekler teklif ediyor, gidenlerinde geriye alınması için formüller üretiyorlar. Bu Türkiye açısından kabul edilemez.
- İlgili Bakanın açıklamasına göre resmi yoldan gelenlerin sayısı 2 milyon 700.000 e ulaşmış. Kaçak girenlerde hesaplanırsa bu sayı şimdiden üç buçuk- dört milyona dayanmış bulunuyor.
- Bu mültecilerin kabulünü sadece insani yönden alarak böylesine abartılı bir mülteciyi ülkemizin barındırması her bakımdan sakıncalıdır.
- Gelenlerin çoğu yoksul ve eğitimsizdir. Kendi yoksul sayısını azaltamamış, işsizlerine iş sahası yaratamamış ve eğitimli insan sorununu çözememiş olan Türkiye’nin bu kadar büyük sayıda mülteciye iş alanı yaratması, eğitmesi ve barındırması mümkün değildir.
- Kayıtlı işsiz sayımızın %10’nun üzerine çıktığı ülkemizde her Suriyeliye iş bulunması demek, o sayıda kendi işsizimizin açlığa mahkûm edilmesi demektir.
- AB’ nin Türkiye’nin kabul edeceği mültecilerin karşılığında vereceği altı milyon Euro’nun da bu soruna çare olması mümkün değildir.
- AB’ nin kabul edeceği mültecilerin eğitimli olmasını şart koşması da, ülkemizi aşağılamak anlamına gelir.
- Mültecilerin belirli kamplarda toplanarak savaş sonrası ülkelerine gönderilmesi yerine, ülke içerisine dağılması çok ciddi sorunlar yaratmaya başlamıştır.
- Mültecilere sağlanan sağlık hizmetinin kendi insanımıza tanınandan da fazla olması bu millete anlatılamaz.
- Sokaklar Suriyeli dilencilerle dolmaya, trafik ışıklarında araçların önünü kesen çocuklar toplumu rahatsız etmeye başlamıştır.
- Ne kültürü, ne de yaşam tarzı ile bize uymayan bu insanların giderek artan sayısı, toplumun sosyal yaşamına olumsuz etki yaparken, güvenlik sorunları da yaratmaya başlamıştır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse;
Hiçbir Arap ülkesinin bu mültecilere el uzatmadığı bir ortamda, Türkiye’nin böylesine büyük sorunları peşinden getiren Suriyeli mültecileri kabul etmesi, anlaşılır değildir.
Tarih boyunca Osmanlıyı arkadan vurmuş, tarihin her döneminde düşmanlarımızla işbirliği yapmış Araplara, “insani yardım” Çerçevesinin de ötesine geçerek, kendi insanlarımızın hakkı olan birçok olanağın tanınması, bu millete dayatılamaz ve anlatılamaz.
Çıkmaza girilen hemen her konuda halka soralım (Referandum yapalım) Denilen bir dönem de, sayısı her geçen gün artan mültecilerin ülkemize kabul edilip edilmemesini, neden bu ülkenin insanlarına sormayı düşünmüyoruz?
Bu büyük sorunun Türk Halkını çok daha büyük sıkıntılara sokulmadan çözülmesi dileğiyle, güzel bir hafta diliyorum.