On yıla yakın bir süredir Güney ve Güney Doğu sınırlarımızda ki komşu ülkelerde sürmekte olan iç savaşlarda onbinlerce insan ölürken, yaşanan can pazarından kaçan milyonlarca insan da ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Büyük bir çoğunluğu, çocuk, kadınlardan oluşan bu göçlerde çok sayıda erkek ve yaşlı da bulunuyordu.
Ne büyük bir çelişkidir ki, bu ülkesinden kaçanlar kendileri gibi Müslüman olan Ürdün, Arabistan, Mısır ve Yemen gibi ülkeler yerine çağdaş batı ülkelerini seçmişti.
Avrupa ile tek kara bağlantısı olan Türkiye de bu kaçış trafiğinin geçiş yolu oldu. Kolayca geldikleri Türkiye üzerinden derme çatma tekne ve botlarla bir Avrupa ülkesine sığınmaya çalışan binlerce çocuk, kadın ve erkek, Ege ve Akdeniz sularında boğulması ile büyük bir trajedi yaşandı.
Bunlar, Suriyelilerin yaşadığı trajedinin bir yüzüydü. Bu trajedinin diğer yüzünde ise, Suriyelilerin ülkemizde neden olduğu ve artık ciddi boyutlara ulaşan sosyal ve polisiye olaylar vardı.
Çünkü Avrupa ülkesine kaçma yolunu deneyenler dışında bugün sayıları 4 milyonu bulduğu yetkililerce açıklanan Suriyeli mülteciler de Türkiye’nin hemen her tarafında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Üç yıl kadar önce iç savaştan kaçarak büyük kafileler halinde sınırımıza dayanan bu Suriyeliler, hemen hemen hiçbir ciddi araştırmadan geçirilmedenbaşta büyük kentler olmak üzere Türkiye içlerine dağıldılar.
Gelenlerin hangisi ülkesinde adi suçtan aranıyordu? Kaçı terör amaçlı geldi? Bunlar cevapsız kalan sorular.
Yaşadıkları yaşam öyküsü insanın yüreğini parçalasa da ülkemizde yarattıkları sosyal ve polisiye olaylar ve onlara tanınan birçok hakkın kendi insanlarımıza tanınmamış olmasının yarattığı tepkiler, tehlikeli boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Gün geçmiyor ki, yaşadıkları mahallelerde bizim insanlarımızla aralarında ölümle sonuçlanan olaylar olmasın.
Türkiye zaten son yıllarda çok büyük sosyal sorunlar yaşıyor. İşsizlik oranı çiftli rakamlara çıkmış, üniversite mezunu gençlerimizin işsizlik oranı ise çok daha yüksek oranlara ulaşmış. Toplumun neredeyse yarısı devletin sağladığı para, yakıt ve gıda paketleri ile yaşamını sürdürüyor.
Atama bekleyen ve sayıları yüzbinlere dayanmış bir öğretmen kitlesi ve üniversiteye girmek için çok sayıda sınavda ter dökmek zorunda bırakılmış 2 milyon civarında genci olan bir ülkeyiz.
Halkının büyük bir kısmının giderek fakirleştiği, dilencisinin arttığı, sosyal yaşamın her geçen gün daha da yozlaştığı, kadın cinayetlerinin tavan yaptığı, taciz ve tecavüz olaylarının artık sıradan olaylar haline geldiği, adalete güvenin adeta sıfırlandığı bir dönemden geçiyoruz.
Böylesine olumsuzlukların yaşandığı bir dönemde, Devletin bu mültecilere tanıdığı çok sayıda olanağı kendi vatandaşına tanımamış olmasının yarattığı tepkileri gözardı edemeyiz.
Örnek vermek gerekirse,
- Benim sosyal güvence sahibi vatandaşım, aldığı ilacın katılım payını, muayene ücretini, hatta devletin tamamını ödemediği ilacının parasını öderken, Suriyeli mülteciler bunların tümünden muaf tutuluyorsa,
- Benim gençlerim işsizlikten intihara dahi kalkışırken, işyerleri sigortasız ve düşük ücretlerle Suriyelilere iş verebiliyor ve bunlar görmezden geliniyorsa, hatta devlet bu mültecilere iş alanları açıyor ve üstüne üstlük bunlara belirli bir parasal destek de sağlıyorsa,
- Bizim lise mezunu gençler üniversiteye girmek için onlarca sınavdan geçerken, bu mülteciler sınavsız üniversitelere kabul ediliyorsa,
- Bir de bunlara, Suriyelilerin neden olduğu tecavüz, saldırı, darp ve hırsızlık olayları ekleniyorsa,
Bu ayrıcalıkların bu ülkenin insanlarında yarattığı tepkiyi, hatta artarak yaygınlaştığını nasıl görmezden gelebiliriz?
Birkaç örnekle de mültecilerin sosyal yaşama yaptıkları olumuz etkilerden ve polisiye olaylarından söz etmek istiyorum.
- Geçtiğimiz bayram tatilini fırsat bilen dostum R. A eşiyle birlikte çocuklarını denize girmek üzere Atakent kumsalına götürür ve götürdüğüne pişman olur. O sırada aynı yerdedenize giren 5-6 kişilik Suriyeli gençlerden birisi çocukların da oynadığı kumsalın denizle birleştiği yerde şortunu sıyırırve onlarca insanın ve çocuğun gözü önünde dışkısını bırakır ve ayağı ile denize itekler. Yaşananlar orada ki Türkleri isyan ettirir.
- Yine geçtiğimiz günlerde Atakum sahilinde denize giren kızların resmini çeken Suriyelilerin neden olduğu arbedede linç olayına ramak kalır.
- Geçtiğimiz aylarda İstanbul’un en modern semtinde akşam evine gitmekte olan bir genç kızı takip eden bir mülteci, kızı caminin bahçesine iterek düşürür ve yüksekten düşünce beli kırılan kıza vahşice tecavüz eder.
- Samsun’da gün geçmiyor ki yerel gazetelere bir mülteci kavgası yansımasın.
- Açın tüm gazetelere bakın, her gün birden çok mülteci olayına rastlayacaksınız.
- Ne sosyal yaşamları ne de kılık kıyafetleri ile bizim topluma adapte olmaları mümkün olmayan bu mültecileri, bu toplumun benimsemesi olası gözükmemektedir.
Hepsi bir yana, önceki gün bir bakanın bunlara sahip çıkarak olayların bizim insanlarımızca provoke edildiğinin belirtilerek bu mültecileri koruyup kollaması, bir Türk vatandaşı olarak benim kabul edebileceğim ve hoşgörü gösterebileceğim bir yanı yok.
Önceki akşam bir bilim adamı, “Mülteciler bir ülkede uzun süre kalırsa, artık kendi ülkelerine dönmek istemez “Tezini savunuyordu.
Bu ülkeyi yönetenlerin ilk görevi, kendi insanlarımızı koruyup kollamasıdır. Bizim insanımıza tanınmayan ayrıcalıkların mültecilere tanınmasını bu toplumun vicdanı kabul edemez.
ÇÖZÜM YOLU: Geçtiğimiz haftalarda yazdığım bir yazıdada belirttiğim gibi Türkiye’de ki mültecilerin tamamının yapılacak bir konteynır kentte toplanmasıdır. Eğer Devletimizin bunlara ayırabilecek parası varsa, o kentlerde bizim insanımızı rahatsız etmeyecek şekilde yaşamaları sağlamalı ve en kısa süredede kendi memleketlerine gönderilmelidirler.
Sorunsuz bir hafta dileğiyle. 09.07.2017