Bu konuda daha önce de birkaç yazı yazdım. Ne var ki, son zamanlarda ülkemizin izlediği tarım politikaları artık yüreğimi sızlatmaya başladığı için bir kez daha bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim.
Verimli topraklara ve alüvyon ovalarına sahip bir ülke olarak son zamanlarda neredeyse tükettiğimiz en önemli tüm tarım ürünlerini dahi dışalımla karşıladığımızı gördükçe, ülkemizin geleceği adına duyduğum endişe giderek artıyor.
Aslında ülkemiz adına son derece uyarıcı meteorolojik değişimler yaşıyoruz.
Hepimizin gözlediği iklimlerde yaşanan ciddi değişiklikler ve Çevre Bakanlığının açıklamalarına göreülkemiz son kırk yılın en kurak yazını geçirmiş olması, küresel ısınmanın yaratacağı kıtlığın adım adım yaklaştığını gösteriyor.
Önce ki yıllarda yaz aylarında tatil için güneye doğru yol alırken, yol boyunca büyük bir heyecanla izlediğimiz buğday tarlaları ve hasat zamanı gördüğümüz yüzlerce biçerdöver ile hasatı yapılmış dağ gibi buğday tepelerini ve hayvanların yiyeceği olan saman yığınlarını görmek artık hayal oldu.
Bazı bölgelerde görmeye alıştığımız insana güler gibi bakan ve insanın içini ısıtan ayçiçeği tarlaları o kadar azaldı ki, ülkem adına içim yanıyor.
Samsun’dan Çarşamba ve Merzifon yönüne doğru yol alırken tepe tepe şeker pancarı dolu traktör römorklarını artık görememek, ülkem adına tehlike çanlarının çaldığını nasıl çaldığının işaretleri değil mi?
Aslında sevinilecek bir şey olmasına rağmen, yaz aylarında sıkça duyduğumuz traktörlerin neden olduğu trafik kazalarını artık duyuyor muyuz?
Yakın zamana kadar buğday üretiminde önde gelen ilçemiz Vezirköprü’debrandalarla örtülerek kaderine terkedilmiş traktörleri görmek, ülkesini seven herkesi derin derin düşündürür sanıyorum.
Bu yazdıklarım sanıyorum hemen herkesin tanık olduğu görüntülerdir. Bunları hatırlattıktan sonra “Bu noktaya nasıl geldik? Bundan sonra ne yapmalıyız?” Sorularına cevap vermeye çalışacağım. Tabii ki, bunlar benim kişisel görüşlerim olacaktır.
***************************************
Bir ülke eğer ne için olursa olsun, ihtiyacı olanları dışalımla gidermesi karşılığıharcadığı parayı ürettiklerini dış dünyaya satarak karşılayamıyorsa, açığını dış ülkelerden veya İMF gibi kuruluşlardan aldığı kredilerle karşılıyor demektir.
Bunun da anlamı, o ülke giderek dışarıya borçlanıyor ve ekonomik bağımsızlığını kaybediyor demektir.
Nitekim son onbeş yılda ülkemizin dış borcu, tüm Cumhuriyet dönemlerinde ki borçtan çok daha yüksek boyutlara yükselmiştir.
Gelelim biz bu noktaya nasıl geldik? Sorumuza.
Üzülerek söylemek gerekirse bu noktaya gelişimizin en büyük nedeni, Atatürk’ün ölümünden sonra O’nun uyguladığı ekonomik politikaların terk edilmesi ve ülkemizi yöneten bazı siyasi yönetimlerin yaptığı siyasi tercihlerin tutarsızlığından kaynaklanmıştır.
Özellikle de Rahmetli Menderes dönemiyle başlayan Marshall yardımı ve sonra ki yıllarda sıkıştıkça baş vurduğumuz İMF kredileri, zaman içerisinde ülkemizin ekonomik bağımsızlığını önemli ölçüde kısıtlamıştır.
Çillerin imzaladığı ve bugün kapitülasyon olarak tanımlanan “Gümrük Birliği Anlaşması”,
Bugün son derece haksız yere eleştirilen rahmetli Ecevit’in afyonu kelle olarak ucuza satmak yerine,afyondan üretilen ve çok pahalı olan bazı uyuşturucuların üretilerek satılması için kurduğu Bolvadin Alkoloid Fabrikası’nıın sonra ki yıllarda İMF baskısı ile kapatılması,
Bursa yöresinde önce sınırlı bir çerçeve de kurulmasına rağmen, bugün Türkiye’de şeker pancarı ekimini asgariye indirerek Amerika’nın Cagrill Firmasının ülkemizde yetişmeyen şeker kamışından şeker üretimini serbest bırakmak zorunda kalışımız,
Dün fazlasını dış ülkelere sattığımız buğdayı, pahalıya mal ediyoruz gibi son derece yanlış bir politikayla artık dışarıdan alışımız,
Hayvan yemi samanı dahi dışardan alır hale gelmemiz,
Yediğimiz eti de dışardan getirmek zorunda kalışımız,
Üretimde yaptığımız bu tercih yanlışları yetmiyormuş ve başka yer kalmamış gibi ülkemizin gıda deposu olan en verimli ovalara kirli yatırımlar olan termik santrallerin kurulmasına izin vermemiz,
ÜLKEMİZİN GELECEĞİ ADINA SON DERECE ENDİŞE VERİCİ BİR NOKTAYA GELMİŞTİR.
Ülkemizi temel gıda maddelerinde dışa bağımlı noktaya getiren en büyük yanlış, siyasi iradenin tarım konusunda son yıllarda yaptığı hatalı tercihlerdir.
Benim köylümün ürettiği temel gıda maddeleri olan buğday, mısır, şeker, et ve hayvanlarımızın yemi olan saman ne kadar pahalı üretilirse üretilsin kesinlikle desteklenmeliydi.
Çünkü bunlara ödenen para köylümüzün cebine girecek, köylümüzü köyünden ve toprağından kopartmayacak, ülkemiz de bunları alabilmek için dış ülkelere döviz ödeyerek dış borcumuzun büyümesine neden olmayacaktı.
O halde ne yapılmalıdır?
Ülkemizi yöneten siyasi irade, en kısa sürede köylümüzü yeniden tarlasına döndürecek ürün desteklerine başlamalı ve gerekiyorsa peynir ve tereyağı gibi süt ürünlerinden başlayarakülkemizde üretilen gıda maddelerinin dış ülkelerden alımını durdurmalıdır.
Bizim gibi tüm komşuları ile sorun yaşayan bir ülke için temel gıda maddeleri, son derece stratejik önem taşır.
Bu da bölgemizin giderek ısınan ortamında ülkemiz adına son derece düşündürücü bir gerçektir.
Umarım yeni Tarım Bakanı Sayın Fakıbaba’nın umut veren bazı açıklamaları gerçekleşir ve bir tarım ülkesi olan ülkemiz geleceğimiz adına doğru tarım politikalarına yönelir.
Çok özlediğimiz güzel haberler duyacağımız bir hafta dileğiyle.