Türkiye demokrasisi özellikle son yedi sekiz yılında önceden her şeyi ile hesaplanmış ve planlanmış bir organizasyonla karşı karşıya kalmıştır.
Bu organizasyon, “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz” ve “Demokrasi, hedefe ulaşmak için binilen bir tramvaydır” diyerek yapmak istediğini saklamayan bir siyasi kadronun, %98 i Müslüman olan toplumun dini duygularını kullanarak seçimleri kazanması ile işlerlik kazanmıştır.
Tek başına iktidara gelen bu kadronun en büyük desteği ise, içerisinde yer alan ve yıllardır Devletin en önemli kurumlarının son derece planlı bir şekilde kilit noktalarına yerleşerek Türkiye’ye “Şeriat Düzenini” Getirmeyi amaçlayan “ Bir Cemaatti”
Siyasi irade, bu Cemaat’in büyük desteği ile önünde engel gördüğü tüm anayasal kuruluşları kendi amaçları doğrultusunda teker teker dönüştürdü veya sindirdi.
Dış desteği de olduğu anlaşılan bu Cemaatin uzantılarının hazırladığı düzmece dijital veriler ve ihbarlarla devletimizin koruyucusu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanları, sesini çıkartan bilim adamları, akademisyen ve gazeteciler de tutuklanıyordu.
Fakat bunlardan çok daha önemlisi, haksızlığa uğrayacak herkesin hakkını koruyacağına inandığı en önemli güvencesi olan bağımsız hukuk düzenini de, “2011 Anayasa Referandumundan” Çıkan “Evet” Oyu ile yıkılarak yandaş hukuk düzeni haline getiriliyordu.
Çünkü bu Referandumda onay alan siyasi irade, TBMM’ de ki sayısal gücünü kullanarak hiçbir uzlaşmaya gerek duymaksızın yaptığı düzenlemelerle, zaten yeterli olmayan yargı bağımsızlığına son veriyordu.
Buraya kadar anlattıklarım, son on yılda onsekiz yaşını aşkın herkesin algılayabileceği şekilde gözlerimizin önünde oluyordu.
Demokrasi ile yönetilen ülkelerin yapılacak yanlışlara karşı çıkabilecek en önemli dinamiği, o ülkenin aydınları ve onların yer aldığı basın kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarıdır.
Ne yazık ki, geçmiş yıllarda yaşanan darbelere dahi direnerek halkının özgürlüğü ve demokratik rejimin yıpratılmasına karşı dik duran aydınlarımızın çoğu, bu kez anlaşılmaz şekilde sorumluluk almaktan kaçınıyor, hatta siyasi iradenin uygulamalarına destek veriyordu.
Aydınlarımızın en büyük yanlışı da, geçmişte yaşanan darbelerin kızgınlığı ve askeri vesayete son verileceği iyimserliği ile 2011 Anayasa Referandum ’unda, “Yetmez ama evet” Demek olmuştur.
Siyasi irade, bu Referandumda ki “EVET” Oyu ile ele geçirdiği olanağı kullanarak uzlaşma olanağı tanımaksızın sayısal üstünlüğünü kullanarak çıkardığı yasalarla, Laik- Çağdaş Hukuk düzenini dönüştürerek siyasi iradeye bağımlı hale getirmiştir.
Bu aydınlarımızın bir kısmı da son dönemde, başı sonu belli olmayan “Çözüm Sürecine” Destek vermek amacı ile oluşturulan “Akil Adamlar” Grubunda görev üstleniyordu.
“Özerklik” Projesi ise, Amerika başta olmak üzere bu bölgede çıkar hesapları olan bazı Avrupa devletlerinin ülkemize dayattığı bir proje olup, esası Kürt tarafının yıllardır sürdürdüğü ve temelinde “Kürtçenin ana dil olarak kabulü, ayrı bayrak ve toprak” Olan ayrı bir devlet talebidir.
Aydın, ülkesinin çıkarlarına, toplumun özgürlüğüne her koşulda sahip çıkabilen insandır.
Aydın, gelecek kuşaklara miras olarak bırakacağımız, çevre ve doğasının (Havasının, suyunun ve toprağının) kirletilmesine karşı çıkan insandır.
Aydın, dava adamıdır. Korkmaz, yılgınlık göstermez, yanlışlar karşısında susmaz ve sinmez.
Aydın, eğitici ve yol göstericidir.
Aydın, toplumun önderidir.
Bu ülkenin en verimli ovalarına kömürle çalışacak termik santral kurulmasına seyirci kalan sivil toplum kuruluş üyeleri “AYDIN” Kimliği taşıyamaz.
Yöre halkının geçim kaynağı ve ülkemizin katma değerine katkısı olan binlerce zeytin ağacının kesilerek yerine termik santral yapımına göz yuman insanlar, hangi makamda olursa olsun “AYDIN” Sayılamazlar.
Şehitlerimizin kanlarıyla sulanarak düşman işgalinden kurtarılan vatan topraklarının bir kısmının dahi olsa, masa üstünde ve entrikalar sonrası terkedilmesine göz yuman, bu ülkenin “AYDINI” Olamaz..
Gerçek aydınlara ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Ülkesini seven, yaşadığı topluma saygısı olan herkesin aydın olabilme cesaretini ve kararlığını göstermesi dileğiyle, yazımı 18. 10. 2010 tarihinde bu sütunlarda yer alan köşe yazım “SUNUŞ’UN başlığı olan “ GERÇEK AYDINLARIN, YARIN EYVAH ! YANILMIŞIM DEMEK HAKKI YOKTUR” Sözü ile sonlandırıyorum.
Aydınlık ve huzur dolu günler dileğiyle..09. 11. 2014