TÜRKİYE, BU KADAR ÇOK SURİYELİ GÖÇMENİ
KALDIRAMAZ
Bilindiği gibi Suriye’de iç savaş çıktıktan sonra savaş bölgesinden kaçarak Türkiye’ye sığınanların sayısı her geçen gün artarak devam ediyor. Resmi açıklamalara göre daha şimdiden bu sayı üç milyona dayanmış bulunuyor.
Daha şimdiden diyorum, çünkü AB ile yapılan anlaşma gereğince bir yolunu bulup başta Yunanistan olmak üzere Avrupa ülkelerine kaçmayı başarmış olan Suriyeli göçmenlerin bir kısmının da geri alınması kabul edilmiş bulunuyor.
Bunun anlamı, Suriye’de ki iç savaş sürdüğü sürece ülkemizde ki Suriyeli göçmen sayısının daha da artacağıdır.
Neden? Neden?
Neden? Suriyeli Arapları diğer zengin Arap ülkeleri almıyor da, biz kendi halkımızı sıkıntıya sokacak bu görevi üstleniyoruz? Bu mülteciler için harcandığı söylenen 10 milyar Dolar, ekonomik sıkıntı çeken bizim insanlarımızın haklarından kesilmedi mi? Bu, milletimize nasıl kabul ettirilebilir?
Yapılan pazarlıklar sonucun da, Avrupa Birliği’nin bu göçmenlerin kabul edilmesi karşılığında Türkiye’ye iki fasıl halinde altı milyar Euro vereceği açıklandı. Bunun, rüşvet ve ülkemizi aşağılama olarak kabul edilerek tepki alması, Türk Halkının bu göçmen dalgasını sindiremediğinin ilk göstergesidir.
Öncelikle söylemek isterim ki, ülkemiz insanlarının anlamakta sıkıntı çektiği en önemli konu, büyük bir göçe neden olan Suriye’de ki bu iç savaşa dolaylı da olsa, neden bulaştığımız sorusudur?
Defalarca yazdığım için detayına girmeyeceğim ama bölgede ki ve Suriye’de ki iç savaşların ilk sorumlusu Amerika’dır.
Çünkü ABD’nin amacı, kendi halkının gelecekte ki çıkarları doğrultusunda zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi kendi kontrolünde tutmak üzere bu bölgede ki ulusal çıkarlarına sahip çıkan diktatörleri devirmek ve bölgede kendine bağımlı bir Kürt Devletini kurdurmaktı.
Bu amaçla, ABD Ortadoğu’nun haritasını değiştirmek üzere BOP’u (Büyük Ortadoğu Projesi) Uygulamaya koyarken Türkiye’yi de bu projenin Eşbaşkanı ilan ediyordu. Ardından, ulusal çıkarlarına sahip çıkan Irak, Mısır ve Libya Liderleri devrilirken, doğan yönetim boşlukları nedeniyle, bu ülkeler iç savaşa teslim oluyordu..
Sıra Suriye’ de ki Esat rejimine gelmişti. Ancak Esat dirençli çıktı ve devrilemedi. Ama çıkan mezhep kökenli bir iç savaşla perişan oldu.
Bu müdahaleler sonrasında Ortadoğu kan gölüne dönerken, Türkiye’de yakın zamana kadar dostane ilişkiler içerisinde olduğu Suriye Lideri Esat’ın devrilmesi için aktif rol almaya başlamış ve Türkiye’de ki siyasi irade, Esat’ı devirmek üzere Suriye’ye girerek öğle namazını Şam’da kılmaktan dahi söz etmeye başlamıştı.
Ne var ki, bırakın Esat’ın devrilmesini, Şii Mezhebinden olan Esat’a karşı Sünni muhaliflere verilen destekler, hiç hesapta olmayan Sünni kökenli acımasız bir terör örgütü olan İŞİD belasını yaratmıştı.
İŞİD, kısa sürede yalnız Türkiye’nin başına değil, tüm dünyanın başına bela oluyordu.
Tüm bu gelişmeler sonrasında, Güney ve Güneydoğu sınırlarımızda PKK yetmiyormuş gibi, birde İŞİD ve PYD terör örgütleri ile uğraşmak zorunda kalıyorduk.
****************************************
SURİYELİ GÖÇMENLER SORUNU;
Ülkemizin en uzun sınır komşusu olan Suriye’de ki iç savaşta taraf olmamızın ülkemize getirdiği en büyük sorun, iç savaştan kaçan Sünni kökenli Suriyeli göçmenler oldu.
Sayısı üç milyona yaklaşan bu göçmenlerin ülkemizin sosyal dokusu ile uyuşması mümkün değildir. Bu göçmenlerin, kurulacak bir tampon bölgede toplanarak iç savaşın bitmesinden sonra Suriye’ye gönderilmesi gerekirken, kontrolsüz bir şekilde tüm Türkiye içerisine dağılması, halkımız arasında tepki almaya başlamıştır.
İlk günlerde ki acıma ve yardım etme duygusu da yerini tepkiye bırakmış gözüküyor.
Suriyeli göçmenlere kendi insanımıza dahi veremediğimiz sınırsız sağlık hizmetinin verilmesi, toplumu rahatsız etmeye başlamıştır.
Hemen her köşe başında dilenmeye başlayan göçmenlerin kültür yapısı, lisanı ve kılık kıyafeti ile ülkemizin sosyal dokusu ile bağdaşması mümkün değildir.
Resmi kayıtlara göre % 10’u aşan, kayıtsız işsizleri de hesaba katarsak bu oranın çok daha üzerinde işsizimizin iş aradığı ülkemize gelen bu göçmenlere iş verilmesi için yapılan çalışmalar, toplumda çok ciddi endişeler yaratmaya başlamıştır.
İş sahibi yapılacak her göçmen, bir işsizimizin daha işsiz kalması demektir ki, bunu bu halka hiç kimse kabul ettiremez.
Kaldı ki, bu sayıda ki işsiz göçmene iş bulunması zaten mümkün değildir. Alışkanlıkları ve sosyal yapısı ile bizim sosyal dokumuzla uyuşması zaten mümkün olmayan bu kadar işsiz, daha şimdiden halkımız için bir tehdit oluşturmaya başlamıştır.
Bu kadar çok sayıda ülkemize giriş yapan mültecinin arasında terör örgütü elemanlarının da sızmış olması olasılığı dahi, korkutucudur.
Ayrıca şurası unutulmamalıdır ki, tarihi boyunca Osmanlıları arkadan vuran, ülkemizin düşmanları ile işbirliği yapan Araplara karşı bu ülkede sempati duyulmadığını bilmeyen yoktur.
Bu konuda bugünlerde CNN’ de yayınlanan “1919-1920 Belgeseli” İsimli tarihi diziyi seyretmenizi öneririm. Dizi de, 1915 de Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Mekke Emiri Hüseyin’in İngilizlerle anlaşarak Hilafetin Emir Hüseyin üzerinden Araplara verilmesi vaadiyle, Osmanlıya karşı ayaklanması ve açık açık Türklerden nefret ettiğini söylemesi, çok şeyi açıklamaktadır.
Dedesini Yemen çöllerinde kaybetmiş bir kişi olarak bunu en iyi anlayacak insanlardan birisiyim.
Bilindiği gibi bölgemizde İran ve Suriye, Şii Mezhebinden olanların yönetiminde ki iki ülkedir.
Şimdi ülkemizde çok merak edilen bir başka şey, Suriye’de ki Esat rejimi Sünni Mezhebinden ve iç savaştan kaçanlarda Şii Mezhebinden olsaydı, Türkiye Şii mültecilere aynı kolaylığı gösterir miydi?
Türkiye bu konuda artık kendi halkını rahatlatacak kesin bir politika üretmeli ve ülkemiz içerisine dağılmış olan bu mültecileri belirli kamplarda toplamalıdır. Sonra da, Suriye’de ki iç savaşın bitirilmesi yönünde çaba harcamalı ve ilk fırsatta bu mültecileri Suriye’ye göndermelidir.
Bunlar yapılmadığı takdirde, önümüzde ki günler de çok ciddi sorunların yaşanabileceğini, hiç kimse göz ardı etmemelidir.
Tanrım bu ülkeyi ve ülkemiz insanlarını çok daha kötü oldubittilerden korusun diyerek, sorunsuz bir hafta diliyorum.