TÜRKİYE’DE Kİ İŞLETMELERİN EN BÜYÜK SORUNU
KURUMSALLAŞAMAMAKTIR
Geçen ay içerisinde beklenmedik şekilde yaşamını yitiren Koç Gurubunun Yönetim Kurulu Başkanı Merhum Mustafa Koç, ülkemizde ki kurumsallaşamama sorununu yeniden gündeme taşımıştır.
Türkiye’nin en eski ve üretken firması olan Koç Grubu’nu görevi üstlendikten sonra iki kat büyüten ve çalışan sayısını da iki kat artırarak 110.000 kişiye çıkartan çok başarılı liderini aniden kaybeden KOÇ Grubun da, devamlılık açısından hiçbir endişe yaşanmadı.
Aile fertlerinden çalışanlarına kadar hiç kimsenin böyle bir endişe yaşamaması bir yana, başta çalışanları olmak üzere tüm Türkiye’nin sevgi ve saygısını kazanmış bir işadamını kaybetmiş olmanın onarılamaz acısı, ülkemizin her kesiminde yaşandı.
Bu zamansız ölüm bir kez daha göstermiştir ki, işletmelerin büyümesinden çok daha da önemli olan şey, devamlılıklarını sağlayacak olan kurumsallaşmalarını tamamlamış olmalarıdır.
Kurumsallaşmasını yapamayan firmaların hızlı büyümesi aldatıcıdır ve sonu çoğu kez yaşanacak ekonomik bir tükeniştir.
Büyüme sürecine giren bir firmanın hem yönetimsel, hem de finansal açıdan iyi yönetilebilmesi, bu konularda uzmanlaşmış profesyonel yöneticilerin iş başına getirilmesi ile mümkündür.
Profesyonel yönetici konusunda da özen gösterilmesi gereken noktalar vardır. Geçtiğimiz hafta içerisin de Türkiye’nin önemli ekonomi yazan gazetecilerinden birisi olan Sayın Ege Cansen bu konuyu, “Profesyonel yöneticiler patronunu kıskanmamalı, patronlarda profesyonelleri ile bir rekabet içerisinde olmamalıdır. Profesyoneller, altlarına verilen atın emanet olduğunu ve at altlarından alınınca yaya kalacaklarını unutmamalıdırlar.” Diye özetliyordu.
Sevinerek söylemek gerekirse, dünyaya açılan yerli büyük işletmelerimizin çoğu bu sorunu aşmış ve profesyonel yöneticilerle devamlılığını garantiye almıştır. Bunu gerçekleştiremeyen çok tanınmış bazı büyük işletmelerin de dağıldığını görüyoruz.
Bu sorun, özelliklede aile şirketlerinde sıkça yaşanan bir olumsuzluktur. Profesyonel yöneticileri iş başına getirmeden aile bireyleri ile yönetilen firmaların devamlı olamadığı bir gerçektir. Ne yazık ki, bunun kötü örneklerini kendi kentimizde de görüyoruz.
Başkalarını bir yana bırakarak söylemeliyim ki, bu tür yanlışları yaşamış birisi de benim.
Eczanemi yeni açtıktan bir süre sonra mesleğimin üretim alanında bir şeyler yapmak üzere iki arkadaşımla Damla Laboratuvarını (1973-1978) Kurmuştum. Çok kaliteli ürünler çıkarma becerisini göstermemize rağmen, devamını getiremedik.
Sonra ki yıllarda da eczanelerin kullandığı ilaç hammaddelerini pazarlamak üzere beş eczacı ve bir ekonomist arkadaşımızla Drogtaş AŞ. Kurduk. Daha sonra tıbbi cihaz ve malzemeyi de çeşitler içerisine alarak Samsun’da önemli bir marka haline geldik. Ama yine profesyoneller yerine, ortaklar olarak yönetmeyi sürdürdüğümüz için bir yerde tıkandık ve tasfiyeye gitmek zorunda kaldık.
Bu konuda ki son kötü deneyimi ise, bölge eczacıları için bugün çok daha gerekli hale gelen Samsun Eczacı Kooperatifinde yaşadım. Kuruluşu için tüm bölgeyi gezerek meslektaşlarımızı bu davaya inandırıp kuruluşunu gerçekleştiren üç dört kişiden birisi de bendim.
Sam-Koop adı ile kurduğumuz bu depo ile ilacı üreticiden alarak eczacıya aracısız veriyor ve bu mesleğin asıl elamanı olan meslektaşlarımızın emeklerinin karşılığını almasını sağlıyorduk.
Sam-Koop öylesine hızlı büyümüştü ki, yönettiğimiz bütçe rakamları bir eczane eczacısı olan biz yöneticilerin çapını aşmaya başlamıştı. Ne yazık ki, tüm uyarılara rağmen işin başına bir profesyonel yönetici getirilemediği için Samsun’a gelen ulusal ecza depoları ile rekabet edilememiş ve sonunda kapatılmıştı..
Kurumsallaşma deyince tüm işletmelerin mutlaka bir profesyonelle çalışmasından söz etmiyorum. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin tabii ki böyle bir şansı olamaz. Ama konusunda uzmanlaşmış ve belli bir müşteri kapasitesine ulaşmış firmaların sahiplerinin de kendi çaplarında kurumsallaşması önemlidir.
Bu tür orta ölçekli işletmelerin sahibinin, günün ekonomik koşullarının gerektirdiği bilgileri edinmesi, mesleği ile ilgili seminerlere katılarak kendisini yenilemesi şarttır. Çalıştırdığı elemanların devamlılığını sağlayarak müessesinin kendisinin işin başında olmadığı zamanlarda aksamadan yürümesini sağlaması da, kendi çapında kurumsallaşması demektir.
Yurt dışına gittiğiniz de caddelerin de gezerken gördüğünüz işyerlerinin tabelalarında sıkça, “Since 1787…” Gibi yazılar görürsünüz. Bu rakam her mağazada değişebilir ama bu, o işyerinin 1787’ den beri çalışmakta olduğunu anlatır.
Bir Samsunlu olarak düşündüğünüzde, 80-100 yıllık geçmişi olan bir işletmeyi hatırlayanınız var mıdır? Yüz yıllara dayanan geçmişinden beri bir ticaret kenti olarak tanınan Samsun’un, böyle kurumsallaşmış bir firmasının olmaması üzücü değil midir?
Profesyonellik eğitimi almamış bir işletmecinin, işyerini hızla büyütmesi her zaman endişe ile takip edilmelidir. Özellikle de müteşebbis ruha sahip birisinin, yakaladığı başarıyı daha da büyütmek için banka kredileri ile yeni yatırımlara girmesi, Türkiye gibi her an değişkenlik gösteren bir ekonomik yapının olduğu bir ortamda, her zaman hüsranla sonuçlanabilir.
Nitekim bugünlerde Samsunumuz da çok konuşulan ve hepimizi üzen iflaslar ve ile bazı büyük firmaların yaşadığı ekonomik çıkmazların nedeni de, bu değil midir?
Öz sermayesi yetersiz firmaların, banka kredileri ile büyümeye çalışması, kar/ zarar hesaplarını ve pazarlama koşullarını iyi bilebilecek bilgi birikimlerine sahip olmayı gerektirir. Aksi halde, büyüdüğü sanılan birçok firma gibi sonları felaket olur.
Sözlerimi İş Bankası Genel Müdürlüğünün “İş Buluşmaları” Adıyla her yıl bir başka kentte düzenlediği seri toplantılarından, 2014 yılında Samsun’da yaptığı toplantıda yapılan bir konuşma ile bitiriyorum.
KOM Mayo ve İç Çamaşır Firması sahibi konuşmasında, Türkiye’de aile şirketlerinin neden yürümediğini anlatırken önemli bir de tespitte bulunuyordu.
Bir babanın kurup büyüterek belli bir yere getirdiği bir işletmenin, kendisinden sonra çocukları tarafından yürütülmeye başladığında yaşanacak en büyük tehlike, kardeşlerin eşleri arasında oluşabilecek rekabet ve kıskançlıktır.
Çünkü bu rekabet ve kıskançlık, sonunda işin sahibi kardeşleri de etkileyerek çok başarılı şirketlerin dağılmasına neden olur.
Aynı şey, çok ortaklı şirketlerin ortakları içinde geçerlidir. Bu nedenle ortakların ailece görüşmemesi ilke olarak kabul edilmelidir. Çünkü eninde sonunda eşler arasında da benzer sorunlar ortaya çıkacaktır. Türkiye’de ve Samsun’da bunun yaşanmış çok sayıda kötü örneği vardır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, büyük zorluklar ve fedakârlıkla yaratılan işletmelerin yaşatılabilmesi esas olmalıdır. Bunun için de gerekli yönetim bilgilerini ve donanımlarını edinmek, her işletme sahibi için zorunludur.
Ülkemizde süregelen gergin siyaset ortamından sizleri biraz olsun uzaklaştırabilmek adına köşeme taşıdığım bu yazıyla, sizlere güzel ve sağlıklı bir hafta diliyorum.