TÜRKİYE’DE SİYASETİN, DİN-CEMAAT İLİŞKİLERİ VE SONUÇLARI
Bilindiği gibi Yüce Tanrı yeryüzüne dört peygamber göndermiş ve onlara da dört kitap indirmiştir. Hz. Musa Peygamber’e Tevrat’ı, Hz. Davut Peygamber’e Zebur’u, Hz. İsa’ya İncil’i, son Peygamber Hz. Muhammed’e de Kur’an’ı indirmiştir.
Bu dört peygamber de, insanların birbirlerine karşı ilişkilerini düzenlemek, onların birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, birbirlerinin canlarına kıymamalarını öğütlemek ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlamak üzere gönderilmiştir.
Bu dört kitapta, peygamberlere Allah’ın emirlerinin insanlara iletilmesi için indirilmiştir. Allah, bu kitaplarda yapılmasını emrettiklerinin hiçbirisini kendisi için istememiştir.
Emredilen ibadetlerin hepsinin tek yararı insanlar içindir. Bu kurallar, öncelikle her bir insanın kendi beden ve akıl sağlığı, düzgün yaşayabilmesi için sonra da, diğer insanlarla olan ilişkilerinin düzgün olması ve onların haklarına saygı göstermesi, kısacası toplumların huzur içerisinde yaşayabilmesi içindir.
Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed, en son gönderilen olduğu için zamana en uygun din olarak da, Müslümanlık kabul edilmiştir.
Ne yazık ki, bu gerçeklere ve Kur’an’ın tüm emirlerine rağmen, insanın insana en çok zulmettiği, birlerinin canına kıydığı, kadınlarına karşı en çok kötülük yaptığı, eğitim seviyesinin en düşük olduğu, ilim ve medeniyetin en geri kaldığı ülkeler de İslam ülkeleridir.
İlim ve teknolojide çok ileri seviyeye ulaşmış ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda birbiri ile savaştırdığı ve bu aymazlıktan bir türlü kurtulamayan İslam ülkeleri, insanlarını huzur içerisinde yaşatacak gelişimleri bir türlü yapamamaktadır.
***************************************
DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ.
Dünya tarihinin geçmişine bakıldığında görülecektir ki, 16. Yüzyılda Hristiyan dünyası da dinin ve kiliselerin çıkarlar için kullanıldığı dönemleri yaşamış ve bu uğurda çıkan mezhep savaşları yıllarca sürmüştür.
Batı dünyası bunun çözümünü, devlet yönetimlerine kiliselerin karışmasını engelleyerek bulmuştur. Bunun adı din ile devlet işlerinin ayrılması, yani laik devlet düzenidir.
Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmasına rağmen bunu sürdüremeyerek 1. Dünya Savaşı sonrası parçalanan Osmanlı’dan kalan son vatan toprağı Anadolu’yu düşman işgalinden kurtaran Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, kurdukları yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni Laik ve çağdaş Hukuk düzeni üzerine oturtarak, din ile devlet işlerini ayırmışlardır.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, laik Devlet yapısı ile Osmanlının 700 yılda yapamadığı, büyük bir kalkınma süreci başlatmış ve kısa sürede tüm İslam dünyasında örnek gösterilen bir ülke olmuştur.
Ne yazık ki, çok partili demokrasiye geçmemizle birlikte hepimizin ortak paydası olan dinimiz, siyasi kazanımlar için acımasızca ilkullanılmaya başlamıştır.
İşte 1950 yılından sonra dinin siyasi çıkar aracı haline getirilmesi ile güçlenen tarikatlar aracılığı ile başlayan mezhep çekişmeleri, son altmış yılda ülkemizde büyük katliamlara neden olmuştur.
Dinimizin siyasetçiler tarafından bu derece istismar edilebilmesinin altında yatan ana neden, bu millete dininin kendi lisanından öğretilmemiş olmasıdır. Dünyanın bütün ülkeleri kendi lisanından kendi dinlerini öğrenebilirken, biz de Arapça’ nın dayatılması sonucu dinimizi öğrenmek Kur’an’ı Arapça ezberlemek olarak kabul edilir hale gelmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’yi çağdaş dünya seviyesine çıkartmak üzere başlattığı devrimler sonrası dinimizin Arapçanın dışında Türkçe olarak da öğretilmesinin ilk adımlarını atmasına rağmen, bunu gerçekleştirmeye ömrü yetmemiştir.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk işi, seçim çalışmalarında verdiği söz doğrultusunda Türkçe olarak okunan Ezanın yeniden Arapça okunmasını sağlamak olmuştur.
Bir Müslüman ve dinimizin gereklerini olduğunca yerine getirmeye çalışan bir kişi olarak, dinini en az bilen insanların yaşadığı bir toplum haline geldiğimizi görmenin üzüntüsünü yaşıyorum.
Ezan okunurken, sokakta ki 40 yaşın altında olan on insandan hiç olmazsa yarısının, ezanın anlamını bildiğini bana kim söyleyebilir?
İslam’ın beynelmilel bir din olması ve Ezanın Arapça olarak okunmasına kimsenin bir itirazı olamaz. Ancak, dinimizin emirlerini yerine getirebilmek için içeriğini bilmemizin gerektiğine de, kimsenin bir itirazı olacağını sanmıyorum.
O nedenle, günde beş kez okunan ezanın bir tanesinin, örneğin herkesin duyabileceği öğle namazı öncesi Türkçe okunması ile herkesin ezanın namaza bir çağrı olduğunu öğrenmesinin yararı olmaz mı?
Tabii amaç, bu ülke insanlarının dinini öğrenmesi ve gereklerini doğru olarak ve hiç kimsenin yönlendirmesi olmaksızın yerine getirmesi ise, bu tür öğretici yöntemleri uygulamaya koymak kaçınılmazdır diye düşünüyorum.
**************************************
DEVLET VE TARİKATLAR İLİŞKİSİ.
Üzülerek söylemek gerekirse, ülkemizde dinimiz son altmış yılda siyasetçiler tarafından her türlü yanlışa kurban edilmiştir. Özellikle dinimizin en sağlıklı şekilde öğretilmesi için donanımlı din adamına ihtiyaç vardır.
İmam Hatip Okulları bu amaçla kurulmasına rağmen, daha sonraları bu okullarda siyasetçilerin ilgi alanına girmiştir. Sonunda bu okullar din adamı yetiştirmek amacından uzaklaşarak, siyasetçilerin beklentileri doğrultusunda devleti yönetmek üzere yönetici yetiştiren okullar haline gelmiştir.
Sayıları her geçen gün çoğalan çeşitli dernek ve vakıfların çatısı altında din eğitimi siyasallaşmıştır. Yine mahalle aralarında açılan kurslarda küçük yaşta çocuklara din eğitimi verilmektedir.
Siyasilerin himayesinde ki bu dernek ve vakıfların sayısı, çeşitli tarikatların güdümünde giderek artmaktadır.
Son günlerde bu vakıf ve derneklerin ilköğretim seviyesinde açtığı yurtlarda ve özel evlerde yaşanan tüyler ürpertici rezaletler de göstermiştir ki, çeşitli tarikatların himayesinde ki bu tür okul ve yurtlar denetimlerden uzak çalıştırılmaktadır.
Bakanlıkların çoğundan büyük bir bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eğitimli din adamaları ile din eğitimi verilmesini sağlaması yerine, bu eğitimin tarikatlara ve bunların uzantısı dernek, vakıf ve mahalle kurslarına bırakılmasının yarattığı sonuçlar ortadadır.
Bu ülkede bir cemaat olayı yaşandı. Aslı bir tarikat olan ve tepesinde Fetullah Gülen’in olduğu bu Cemaat, siyasi iktidarın içine sızarak onunla birlikte Devletin en önemli kurumları olan Ordu’nun komutanlarını, üniversite öğretim üyelerini, basın mensuplarını ve yazarlarını terör örgüt üyesi olarak tutuklattırıp, yargı ve emniyet güçlerini ele geçiren bu örgüt üyeleri bugün yargılanıyor. Amerika’ da bir çiftlikte yaşamını sürdüren tepesinde ki isim tutuklama kararı ile Türkiye’ye getirilmeye çalışıyor.
Bugün suçlanan bu örgüt, iki yıl öncesine kadar dünyanın her tarafında açtığı okullara, Türkiye’de düzenlediği Türkçe olimpiyatlarına katılmak için siyasetçilerin yarıştığı bir tarikatın uzantısıydı.
Eğer bu Cemaat, devlet yönetimini tek başına ele geçirmek istemeseydi, belki bugün çok daha kötü bir tabloyla karşı karşıya kalacaktık.
Ve bugün geriye dönüp baktığımda, tüm yanlışlarına ve çıkarları doğrultusunda bu Cemaatin güçlenmesine katkısı olmasına rağmen, iyi ki iktidarda AKP gibi dini değerleri öne çıkartan bir sağ iktidar varmış diye düşünüyorum.
Çünkü eğer bugün iktidarda koalisyon ortağı olarak dahi olsa bir sol hükümet olsaydı ve bu Cemaat bugün olduğu gibi sorgulansaydı, “Dindarlara saldırılıyor” Diye yer gök inletilirdi.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, tüm bunlar gösteriyor ki, dini siyasi beklentiler uğruna kullanmak, hem dinimizin zarar görmesine, hem de insanların saflara ayrışmasına zemin hazırlamaktadır.
Toplumun huzuru ve inançlarını özgürce yaşamasının yolu, tüm kuralları ile işleyen Laik bir düzendir.
Herkesin inançları doğrultusunda özgürce yaşayacağı ortamının sağlandığı, demokrasinin tüm kurallarıyla işlediği bir Türkiye dileğiyle, güzel bir bahar haftası diliyorum.