Son beş yılın en çok kullanılan sözcüğü “Demokrasi” kelimesidir.
Demokrasi ansiklopedilerde, “Halkın kendi kendisini yönetme biçimi” olarak tarif edilir.
İşte bu kelime günümüz Türkiye’sinin en büyük sorunu, hatta siyasi açmazı haline gelmiştir.
Çünkü bu sihirli sözcük İktidar ve muhalefetsözcülerinin dilinde siyaseti algılama ve yorumlama şekilleri olarak farklılık göstermekteveya öyle yorumlamak istenmektedir.
Çünkü bu sihirli sözcük İktidar ve muhalefetsözcülerinin dilinde siyaseti algılama ve yorumlama şekilleri olarak farklılık göstermekteveya öyle yorumlamak istenmektedir.
Ne yazık ki bu siyasi anlayış farklılığı nedeniyle, demokrasimiz halkımızın tüm kesimlerini eşit koşullarda kucaklayamaz hale gelmiştir.
Bunun başlıca nedeni, literatürlerde “Toplumları yönetme sanatı” olarak tanımlanan siyasetin, ülkemizde toplumsal çıkarlar yerine, kişisel veya siyasi çıkarlar için uygulanması yanlışlığındandır. Oysa demokrasinin temeli, toplumların her kesiminin yönetime eşit koşullarda katılmasına ve eşit hizmet almasına dayanır. Çağdaş demokrasinin temel direği ise, kişi özgürlüğüdür. Ama bakıyorsunuz, muhalefet hemen her gün kişi özgürlüklerinin birer birer kısıtlandığını söylerken, Sayın Başbakan ve iktidar sözcüleri tam tersine, iktidarda oldukları son on yılda özgürlüklerin genişletilmesi anlamında Cumhuriyet tarihinin en büyük devrimlerinin yapıldığını söylüyor. Bu kadar iddialısözleri söylemek en azından 15 yıl gibi çok kısa bir sürede Türk insanını çağdaş ülkeler seviyesine çıkartan, sanayileşme hamlelerini yanında kişi hakları konusunda ki Atatürk döneminin devrimlerini görmezden gelmek demektir. Eğer o devrimler yapılmamış olsaydı,belki de bugün yapılanları yapma ortamı dahi bulunmayacaktı. Korkarım ki, demokrasi ile yönetilen Türkiye diye bir Devlet de olmayacaktı. Çağdaş demokrasi anlayışında geçmişte yapılanların inkâr edilerek, yeni yapılanların övülmesinin yeri yoktur. Bir şeyin iki ayrı doğrusu olmayacağına göre, bu konuda bilinçli olarak saptırma yapılıyor demektir. Bunun en sağlıklı cevabını bulmak için ise, söylenenlere değil yaşanan gerçeklere bakmak gerekir.
Örneğin, Ana Muhalefet sözcüleri demokrasinin olmazsa olmazlarından yargı ve basının özgür olmadığını, yüzü aşkın gazetecinin cezaevinde bulunduğunu söylüyor.
İktidar kanadı hemen cevabı yetiştiriyor ve “Yazı yazdığı için cezaevin bulunan tek bir gazeteci yok, onlar teröre yardımcı olma suçlaması ile cezaevindeler.”Diyor.
Ancak bunu toplumun büyük bir kesimi böyle algılamıyor ve yaşanalar da bunu doğrulamıyor.
İnsanları içerde tutmanın yolu olarak “Gözaltındakilere teröre yardımcı olmak gibi bir yafta yapıştırmanın”, hangi çağdaş demokraside yeri olabilir?
Bu anlayışın sert söylemlerle artarak sürmesi ve ülkemizin geleceğini etkileyecek çok önemli konularda ( Kürt Sorunu, yeni Anayasa yapımı, dış ilişkiler ve Laik Düzen) dahi uzlaşma sağlanamaması, toplumsal ayrışmayı körüklemektedir.
Bölgemizin tam bir ateş çemberine döndüğü bir dönemde, iç huzur her zamankinden fazla önem kazanmıştır.
Toplumsal uzlaşma sağlanmadan hiçbir siyasi görüş ve yaptırımı toplumun tüm kesimlerine dayatmak, tehlikeli bir süreci başlatmak demektir.
Hele de yerel seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, seçim kazanmak uğruna toplumun geleceğini ilgilendiren konularda kısır siyaset yapmaya, iktidarın da muhalefetin de hakkı yoktur. Toplum huzur ve özgür yaşamına güvence istemektedir. Bunu sağlamakta başta iktidar olmak üzere tüm siyasi partilerin görevidir. nÖzgürlüklerin sınırlanması korkusunun yaşanmadığı huzur dolu bir Türkiye dileğiyle, iyi haftalar..