Ülkemiz de yokluk ve yoksulluk öylesine anlaşılması güç boyutlara ulaştı ki, üzülmemek elde değil.
Yokluk ve yoksulluk denince akla sadece parasal anlamda ki fakirlik gelmesin. Bunun birde moral değerler açısından fakirlik yönü var ki, bence asıl korkutucu olan da bu yoksulluktur.
Olaylara parasal açısından bakınca;
Bir yandan yoksulluk hikayeleri dinlerken, bir yandan da akıl almaz paralar harcayan bir kesimi izliyoruz.
Yoksul kesimin sayısı giderek artarken, parayı pul gibi harcayan bir küçük bir kesim, toplumun gerçeklerinden kopmuş bir yaşam sürdürüyor.
Kıt kanaat geçinmeye çalışan yoksullardan da kötü durumda olan çöp kutularından ve pazar yerlerinde atılmış çürük sebzeleri toplayarak çocuklarını doyurmaya çalışan insanların yaşadığı, buna karşılık kırk çeşit ithal yiyeceklerle hazırlanmış masalardan artan yemeklerin çöpe atıldığı, lüks restoranlarının hemen her gece dolup taştığı bir ülkeden söz ediyorum.
Bu ülke Osmanlının yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da yokluğu yaşamıştır. Bu toplum çoraplarını yamayarak, elbiselerini tornistan, ayakkabılarına pençe yaptırarak giymeyi sorun etmemiştir.
Ama o halk, genç Cumhuriyetinin bir yandan Osmanlıdan kalan Duyun’u Umumiye borçlarını ödediğini, bir yandan da önce devletini güçlendirecek çok önemli yatırımlara imza attığını, diğer yandan da halkının yaşam standardını yükseltmeye çalıştığını biliyordu.
O halk yine,kendileriözgürlüklerinin karşılığı olarak yoksul yaşamaya razı olurken, ülkeyi yönetenlerinde onlar gibi yaşadığını ve devlet yöneticiliğini zenginleşmenin aracı gibi görmediklerini de biliyordu.
Ne yazık ki, bugün aynı şeyleri söylemek mümkün değil. İşte bu fark ve ülkemizde hüküm süren yolsuzluk ve talan, bu ülkenin geleceğini karartan en büyük sorundur.
Olaya eğitim ve kültür yoksulluğu açısından bakınca,
Bu ülkenin hangi noktalardan bugünlere geldiğini bilmeyen bir kuşak yetişti. Bu kuşağın da bu ülkenin okullarında eğitim gördüğüne inanmak zor.
Aralarında uçurumlar oluşmuş eğitimli, çağdaş dünya görüşüne sahip ama sayıları diğerine göre daha az sayıda kültürlü genç bir kuşak ile eğitimsiz, kültürel olayları öcü gibi gören, gerçek İslamve Kur’an’da yeri olmayan bazı tarikatların gölgesinde cahilliği tavan yapmış geniş bir kesim görüyoruz.
Bu kuşak ne çok sevdikleri Osmanlı tarihini ne de Osmanlının küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti tarihini biliyor. Üzücü ve bir o kadar da düşündürücü olan, bu kuşaktan çok sayıda insanın ülkemizi yöneten kadrolarda yer alıyor olmasıdır.
Özet olarak söylemek gerekirse, ülkemizde sayıları giderek artan bu kesim, her türlü kural ve yasayı hiçe sayarak toplumun huzurunu bozmayı sürdürmektedir.
Her geçen gün akıl almaz bir şekilde artan kadınlara yönelik vahşet ve çocuk tecavüzleri ülkemizi hızla çağdaş dünyadan uzaklaştırırken, Ortadoğu’nun iç savaşlarla boğuşan karanlığına doğru sürüklemektedir.
Kendi kazanmadığı babadan kalan serveti hesapsızca harcayan bir mirasyedi gibi geleneklerimizi, toplumsal birikimlerimizi göz ardı eden kesimle baş edemeyen ülkemiz, bunlar yetmiyormuş gibi demografik yapımızı bozmak amacıyla bir proje olarak içimize sokuşturulan eğitimsiz Arap sığınmacılar giderek artan yeni sorunlar yaşamaya başlamıştır.
ÇÖZÜM;
Ülkemizin bu açmazdan çıkmasının tek yolu, Atatürk’ün yerleştirmeye çalıştığı çağdaş ve sorgulamayı esas alan bir eğitim sisteminin uygulamaya sokulması ile genç kuşağı geleceğe hazırlamaktadır.
Üreten, tasarrufun önemini bilen, okuyan,tarihini iyi bilen, ahlaklı, yeniliklere açık kafa yapısına sahip olacak bu kuşağın,ülkemizin kaderini değiştireceğine inanıyorum.
Yeter ki, ülkemizi yöneten siyasi kadrolar buna inansın veeğitim politikalarını bu anlayışa göre yenilesin ve kararlılıkla uygulasın.
Sağlıklı ve keyifli bir sonbahar haftası diliyorum.