Alevilik (Kızılbaşlık); Hak, Muhammet, Ali ve On İki İmam yolundan giden Hacı Bektaş Veli öğretisini benimsemiş İslami bir inanç/mezheptir. Sözcükte “Ali’ye mensup” anlamına gelen Aleviye/ Aleviyyun sözcüğünden gelip Türkçe karşılığı Kızılbaşlıktır. Esas olan Ali yolu ve Bektaşi öğretisidir. Tarihsel süreç içinde haksızlığa başkaldırıdır Alevilik.
Alevilik’in kökeni ile ilgili değişik yaklaşımlar bulunmaktadır. Bunlardan biri Anadolu’nun kadim halkı Luvi’lerden geldiği yönünde olup bu yaklaşım son on yıllar içinde ortaya atılıp oldukça tartışma yaratmıştır. Diğer yaklaşım Şia inancına mensup olduğudur. Hatta Aleviler için Anadolu Şiası terimi de kullanılmaktadır. Son yaklaşım ise Göktanrı (Tengricilik) inancının evrilmesidir.
MÖ 2300’lerde ortaya çıkan Luvi'ler yerel bir Anadolu halkı olup Hitit ve Yunanlılardan önce de Anadolu’da vardır. Işık halkı anlamına gelen Luvi'ler Hititlerin de ana unsurunu oluşturmuştur. Bu kadim halkın salt Aleviler değil kendinden sonra gelen tüm halklar üzerinde bir etkisinin olduğu açıktır. Dolayısıyla Alevilerin çoğunluğu tarafından da benimsenmeyen bu varsayım şimdilik tartışmalıdır.
Alevilik üzerinde Şia etkisi ise açık olsa da tam bir örtüşmeden söz edilemez. Ali ve On İki İmam yolunu benimseme açısından aynı tarihsel süreçten besleniyorsa da Alevilik üzerindeki Tengricilik, Şamanizm, Kadim Anadolu İnancı, Bektaşilik ve Türkçe İbadet etkisi ile Şia’dan ayrılmaktadır. Ek yapmak gerekirse Türkler İslamiyeti Samanoğulları’ndan öğrenmiş olmasından ötürü Sünni Türkler ve Aleviler üzerinde bir miktar İran (Pers) etkisi gözlenmektedir.
Bu durumda Alevilik eski Anadolu, İran/Şia, eski Türk inanç sistemlerinin bileşkesinden oluşan Varlık Birliği (Vahdet-i Vücut-Panteist) Sûfiliği unsurları da içeren bir İslam inancıdır. Son olarak Sünni (Hanefi) Türklerle birlikte yaşamanın etkisiyle karşılıklı etkileşim de buna eklenmelidir.
Alevilik resmi anlamda bir mezhep statüsünün aksine tarikat silsilesi içinde değerlendirildiğinden Diyanet İşleri Başkanlığı içinde ya da farklı bir oluşumla kurumsallaşmamıştır.
Türklerin İslamiyeti benimsediği dönemde keskin bir Alevi-Sünni ayrımının olmadığı, Yesevi geleneğinden beri her iki unsurun tarikat boyutunda Naksi ve Bektaşi biçiminde ikiye ayrıldığı görülmektedir. Yer yer tartışmalar olsa da Hoca Ahmet Yesevi, Ebul Vefa, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ahi Evran, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Pir Sultan Abdal silsilesinin geniş anlamda Bektaşilik içinde değerlendirildiği görülmektedir. Ki bu dönemde Türk-Sünniliği (erken dönem Sünnilik) ile Aleviliğin iç içe geçmesinden dolayı anılan kültür elçilerinin de çoğu (Hacı Bektaş Veli dahil) Sünni olarak da değerlendirildiği de görülür. Kaldı ki Selçuklu ve Erken Osmanlı döneminde Türk Sünniliği ile Alevilik arasında bariz bir ayrılığın olmadığı görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Batıya doğru genişlemesinde bir hoşgörü kaynağı olarak Bektaşilik’in benimsendiği görülür. Buradaki Bektaşiklik’in Sünnilik içinde olduğu varsayılsa da erken dönemde kesin bir Sünni-Alevi ayrımının olmadığı bilinmelidir. Ancak sınırların Ortadoğu’ya doğru genişlemesiyle iktidar üzerindeki Arap-Sünni inancının artmasıyla Türk-Sünniliği’nin hor görüldüğü gibi Alevilik’in de baskı görmeye başladığı gözlenir. 1514’teki Çaldıran Savaşı ile olay siyasi bir içerik kazanmış ve bu durum Yavuz Sultan Selim döneminde kırılma noktasına ulaşmıştır. Bu tarihten sonra da Alevilerin Kızılbaş diye anıldığı görülmektedir. Gittikçe Hanefilik mezhebinin (günümüz de dahil) resmi mezhep gibi algılanmasından dolayı zorunlu olmasa da sistemli olarak egemen mezhep dayatmasından dolayı çok sayıda Alevinin sünnileştiği görülmektedir. Hal böyle olsa da Anadolu’da özellikle kırsal ve yüksek kesimlerde kültürel olarak belli ibadetler (namaz-cem) dışında yaşamsal anlamda bir Alevi-Sünni ayrımının olmadığı ortak kültürel yaşam öğelerinin halâ geçerli olduğu görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında ayrılığın siyasi bir bakış açısından kaynaklandığı ve derinleştiği dolayısıyla özümüzün ve inancımızın bir olduğunu unutmadan Çaldıran öncesinde olduğu gibi mezhepçi Arap-İran kültür dayatmasına inat Yesevice, Mevlanaca, Bektaşça ve Yunusça yaşayabilmek umuduyla.
Nasıl Türk Sünniliği gibi Alevilik de Türklüğün yan unsuru değil bilakis özüdür.