İkinci Dünya Savaşı sonrasında imar ve kalkınmayı sağlamak için F. Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda ve Belçika gibi ülkeler iç piyasalarından karşılayamadıkları işgücünü ihtiyacını ikili anlaşmalar yoluyla işçi ithal ederek, karşıladı. İşçi ihraç eden ülkeler de döviz girdisi sağlamak, işsizliği azaltmak ve nitelikli işgücünden faydalanmak için bunu kabul etti.
1950’li yılların başında 4 milyon işçi ihtiyacı olduğu saptanan F. Almanya, 1955’te İtalya, 1960’da İspanya ve Yunanistan ile işgücü anlaşması yaptı. 30 Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında yapılan İşgücü Alım Anlaşması ile 1476 kişilik ilk işçi kafilesi Almanya’ya gönderildi. Bunun yalnız 46’sı kadındı. Yaş aralığı 20 ilâ 40 olup, % 83’ü şehirden ve % 17’si kırsal kesimdendi. 1970’li yıllardan sonra aile birleşimi hakkının tanınmasıyla ailesel göçler de başladı. Zamanla kadın ve erkek nüfusu da eşitlendi.
1964’te Avusturya, Hollanda ve Belçika, 1967’de Fransa ve 1968’de Avustralya ile ikili işgücü alım anlaşmaları imzalandı. 1964 yılında Almanya ile sosyal güvenlik anlaşması yapılarak, Türk işçilerin sağlık, emeklilik, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık yardımlarıyla ilgili düzenlemeler de getirildi. Sonra bunu diğer ülkeler izledi.
Başta misafir işçi olarak görülen Türkler’in torunları bugün Almanya’da 4. nesli yaşamaktadır. Nesil değişikliğiyle birlikte ağız ve kültürel farklılıların ortaya çıktığı ve “Almancı-Alamancı” denilen sosyolojik bir sınıfın oluştuğu da görülmektedir. Almanya, Türk işçileri için geçici değil, kalıcı bir vatan olmuştur. Bunda evliliklerin önemli bir rol oynadığı da bilinmektedir. Alman kadınların yabancı erkeklerle yaptığı evlikte % 17 ile Türkler ilk sırada gelmektedir. Türk kadınların da yabancı evliliklerinde Almanlar ilk sırada gelmektedir.
1973’te Petrol Krizi ile Almanya işçi alımlarında zorluklar çıkarmaya başlamış, 1980’den sonra da Türk işçilere vize zorunluluğu getirmiştir. 1984’te yapılan düzenlemeyle de Türkiye’ye (geri göç) dönüşü teşvik etmiştir. Böylece 250 bine yakın Türk, kesin dönüş yapmıştır. Bununla birlikte Alman vatandaşlığına geçen Türklerin sayısı hayli yüksektir. Bugün 3 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da, Türklerin üçte biri Alman vatandaşı olmuştur.
2000 yılında yürürlüğe giren Almanya Vatandaşlık Yasası “çifte vatandaşlık” hakkını yasaklamış ve Türkleri bir tercih yapmaya zorlamıştır.
Almanya’da yaşayan Türkler’in işsizlik, dil, din ve etnik açıdan ciddi sorunları bulunmaktadır. Öte yandan entegrasyonu sağlamak adına ana dilde eğitimin yasaklanması ya da Türkçe’nin müfredattan kaldırılması asimilasyon amacına işaret etmektedir. En önemlisiyse Türklere karşı etnik bir dışlamanın varlığıdır. İşsizlik artışı bunu tetiklemektedir.
Cami, dernek, vakıf ve sivil toplum örgütleri Almanya’daki Türkler ile Türkiye arasındaki bağ açısından önemlidir. Ancak Almanya’da İslamiyet’e özerk bir statü tanınmaması bir takım yasal engelleri ortaya çıkmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Diyanet İşleri Türk İslam Birliği bu konuda önemli rol oynamaktadır. Ancak özel cemaat yapılanmalarının da aktif olarak rol aldıkları görülmektedir.
Almanya’da yaşayan Türklerin kültürel varlıklarının korunması ve geliştirmeleri için Türkiye’nin ciddi adımlar atması gerekmektedir. Türkçe’nin eğitim dili olması ya da Türkçe dersler okutulması başta olmak üzere sosyal haklarının geliştirilmesi ve tanınması yasal bir zemine oturtulmalıdır. Bilinmelidir ki, yarım yüzyılı aşkın süredir yerleşik olan Türkler için Almanya gurbetin ötesinde bir vatan olmuştur. Nitekim “insan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde” atasösüyle hareket eden Türkler, Almaya’yı ikinci vatan bilmiştir. Ancak hasretten olsa gerek Almanya, hâlâ Acı Vatan’dır. Anavatan’dan Acıvatan’a sevgi ve selamlar…