Devletin etkin bir aktör mü olacağı, yoksa İslam cofrasyasının birçok bölgesinde olduğu gibi devlet iktidarının irili ufaklı dini gruplar tarafından paylaşıldığı, bu sebeple de dış güçlerin manipilasyonuna açık duruma geldiği bir yapıya mı bürüneceği sorusuna verilecek yanıt sorunun çözümüyle yakından ilgilidir.
İbn-i Haldun, dini grupların başta manevi iktidara talip olsalar da, zamanla maddi iktidarı ele geçirmeye çalışacağı, tezini ortaya koymuştur, ki tarihsel süreç içinde bunun birçok örneği olduğu gibi, en yakın örneği de 2016 yılıdır.
Sünni düşüncenin de bir şekilde onay verdiği, “mehdilik, mesihlik, velayet, keşf, ilham, masumiyet, şefaat” gibi kavramların araçsallaştırılması söz konusudur. Bunu fırsat gören bazı dini gruplar, bu kavramları kullanarak yeni bir güç merkezi oluşturmaktadır. Bu noktada devlete yardımcı olabilecek en büyük etken, en az yedi asırlık bir gelenekten gelen ve bir asrı aşan demokrasi tecrübesinin en önemli kurumlarından olan ilahiyat fakulteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın getirdiği din anlayışıdır.
Devletin din kurumları ile dini gruplar arasındaki tarihi rekabet halen devam etmektedir. Ne var ki, son yıllarda bu mücadelenin farklı bir boyut kazandığı da görülmektedir. Zira Anadolu’nun bir çok yerinde imam hatip okulları bir şekilde geleneksel din anlayışının dışına kayarak, dini grupların ürettiği dogmatik, menkıbevi ve karizmatik dini liderli din anlayışına doğru kaymaktadır.
Söz konusu dini grupların eğitim sistemleri genellikle klasik medrese müfredatı çerçevesindedir. Mederese eğitimi her ne kadar ülkenin kuruluş ve yükselme dönemlerinde büyük bir başarı sağladıyda da, bunun gerileme ve çöküş dönemlerinde sürdürülemediği, aksine çöküşün nedenlerinden biri olduğu da vakıadır. Bundan dolayı son dönemin hükümdar ve devlet adamları, özellikle Padişah II. Abdulhamit Han’ın ıslah faaliyetleri arasında medreselerin yenilenmesi büyük bir yer tutmaktadır. Ancak bu çabalara rağmen medreselerin çağın gerisinde kaldığından Darülfün’da (İstanbul Üniversitesi) bir İlahiyat Fakultesi’nin kurulduğu bilinmektedir. İşte ülkemizdeki çağdaş ilahiyat eğitiminin kökeni buna dayanmaktadır. Burada şaşırtıcı olan konu yeniden en başa dönüp, çağın gerisinde kalan medrese müfredatının kurtuluş reçetesi olarak sunulmasıdır.
Bazı dini grupların akademik din eğitimi ile olan kavgasında kullandığı en dikkat çeken konu başlığı Ehl-i Sünnet müdafiliğidir. İslam’da çok önemli bir yere sahip olan Ehl-İ Sünnet Anlayışı bu yapılar tarafından o kadar inhisarcı bir biçimde kullanılmaktadır ki, kendileri gibi düşünmeyen hiç kimseyi Ehl-i Sünnet içinde görmezler, hatta sapkın damgası da vurmaktan geri durmazlar.
Sonuç olarak, bu mesele en az sınır güvenliği kadar önemlidir. Zira sınırlarımızı aşma cüretini gösteremeyen emperyalist güçler, dini bir araç olarak kullandırarak ya da bu mekanizmayı kullanarak, kendi içimizde bizleri bize düşman edebilmektedir.
*Kaynak: İhmihal II İslam ve Toplum, TDVY, 2018- Siyasi Sosyal Kültürel ve Dini Boyutlarıyla 15 Temmuz ve FETÖ, Ondokuzmayıs Üniversitesi Yayınları, 2018.