Merhaba Samsun!
Merhaba Karadeniz!
Merhaba Türkiye!
“İş ve Kültür” başlıklı köşemizde ilk defa okurlarımla buluşmanın heyecanı ve sevinci içindeyim! İnşallah, her Salı burada meslekî ve şahsî tecrübemi yasal çerçeve içinde paylaşma çabasında olacağım! Kolay olmadığına inandığım bu yolda okurlarımın takdiri benim için önem arz etmektedir. Dolayısıyla fikir ve sanat eserleri kapsamında meydana getirdiğim yazılarımı okurlara ulaştıran gazete yönetimine de ayrıca teşekkür ederim.
Evvela, affınıza sığınarak kısaca kendimden bahsetmek istiyorum. Bu toprakların çocuğuyum. Ordu doğumluyum ve 1996 yılından beri doğrudan ve dolaylı olarak Samsun’da yaşıyorum. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan mezunum. Vatanî görevimi yedek subay olarak tamamladım. Özel ve kamu sektöründe iş tecrübem olup, iş ve çalışma mevzuatına hakim sayılırım. Ek olarak bilirkişilik ve uzlaştırıcılık görevi de icra ediyorum. Belirttiğim alanların dışında tarihî, edebî ve güncel konularda makale, deneme, hikâye ve şiir yazarım. Kısacası yazmayı seviyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım.
Köşenin isminin “İş ve Kültür” olması konusunda kanaat belirttim, çünkü;
Birincisi “iş”, en yalın ve en saf anlamı ile “aş” demektir. Konuya sosyal bilimin bakış açısıyla bakarsak işi, toplumun kalbi ve can damarı sayabiliriz. Bu kapsamda işlemeyen, çalışmayan, üretmeyen bir toplumun varlığı düşünülemez! Konu ile ilgili Atatürk’ün; “Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden, rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkûmdurlar” şeklindeki veciz sözleri konuyu çok güzel özetlemektedir. Görüldüğü üzere çalışmayan bir toplumun akıbetini zaman tayin edecektir.
Toplumun hayat kaynağı olan çalışma sistemini saç ayağına benzetebiliriz. En basit haliyle emeği işçi, istihdamı işveren ve işleyişi de devlet olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Bu çerçevede konuya yaklaştığımızda işçi emeğinin hakkını, işveren maksimum kârını ve devlet de sosyal refahı ister. Dolayısıyla bu üç mekanizma arasındaki denge oldukça önemlidir. İşte üzerinde çalışma yapacağım alanın bir bölümünü iş ve çalışma hayatı ile ilgili konular oluşturacaktır. Siyasal, yargısal ve yönetsel tasarruflar ile kurum ve kuruluşların iş, işlem ve işleyişleri çalışmamın dışında olacaktır.
İkincisi “kültür”, bir tolumu diğerlerinden ayıran temel ve dinamik bir olgudur. Maddî ya da manevî bütün unsurlar kültürün bir parçasıdır. Türk Dil Kurumu kültürü “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla birey de ait olduğu kültürün değerlerini taşır. Bir insan düşünün ki içinde bulunduğu toplumun kültüründen tamamen soyutlanabilsin!
Kültürü, ayırt edici bir özellik olarak tanımladık. Peki, kültürler arası etkileşim mümkün müdür? Elbette mümkündür. İşte bu etkileşimin olumlu sonuçlarının yanında olumsuz sonuçlarının da olduğu malûmdur. Kültürel yozlaşma bunun en tipik örneğidir. Bu da ilerleyen zamanda ele alacağım konulardan biri olsun! İşte bu bağlamda üzerinde çalışma yapacağım alanın diğer bölümünü de kültür başlığı altında saydığım tarihî, edebî ve güncel konular oluşturacaktır.
Önümüzdeki haftanın konusunu genel manada iktisadî sistemler ve işçi haklarının gelişimi oluşturacak olup, sonra iş mevzuatı çerçevesinde sırasıyla işçi, işyeri ve işveren kavramları, işçi hakları, iş güvenliği, fazla çalışma, ücret, kıdem ve ihbar tazminatları gibi konular ele alınacaktır.
Belirttiğim gibi köşemizin adı “İş ve Kültür” olup, gerek iş ve çalışma hayatı konusunda, gerekse edebî, tarihî ve güncel konularda makale, deneme ve hikâye türü yazılarla görüş