Öğrenme, aktarma, iletişime geçme ve nihayetinde merak dürtüsü insanoğlunda hep var olagelmiştir. Nitekim bu iletişim şeklini on binlerce yıl önceki mağara duvarlarında göreceğimiz gibi bugün bunu farklı teknolojik araçlarla sağlamaktayız.
Bilgisizlik anlamına gelen cehalet kelimesi salt bilgi eksikliği olarak tanımlamaz. Konuya daha geniş yelpazeden bakarsak, daha doğrusu sosyal çağrışımları da buna yüklersek daha anlamlı olacaktır. Nitekim cehalet toplumun gelişmişlik seviyesiyle doğru orantılıdır. Onun için cehalet kelimesi bilgili olmanın ötesinde bir kültür meselesidir. Kültür deyince de bireyin ya da toplumun sosyal davranış ve gelişim şekilleri ortaya çıkmaktadır.
Okullu olmanın sosyal yaşamdaki tutum, davranış ve kültürel gelişmişlik anlamında nasıl bir farklılık yarattığı tartışma konusudur. Öyle ki, eğitim ve öğretim adı altında uygulanan müfredat konusunda farklı yorumlar gelmektedir. İşte bu müfredatın ne kadarı eğitim, ne kadarı öğretim ve cehalet ile eğitim arasında nasıl bir ilişki olduğu önem arz etmektedir. Tüm bunları topladığımızda modern cehalet denince akla ilk olarak bilgisayar, akıllı aletler ve türevleri gelmektedir.
Yararlı amaca hizmet ettiği müddetçe teknolojinin gerekli olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Ancak ne zaman insana, insanlığa, canlılara ve doğaya zarar veriyorsa herkese büyük sorumluluklar düşmektedir. Eğer bu zararın merkezinde genç dimağlar varsa zararın boyutu kat be kat artmaktadır.
80’li yıllar televizyon kuşağı gençler yetiştirdi. Siyah beyaz karelerden renkli karelere geçilirken, özel televizyonlar da 90’larla birlikte hayatımızda yer etti. Artık çocuklar ve gençler görsel olarak rahatça yeni kültürlere yelken açtı. Atari salonları çocukların ve gençlerin yeni mekanları oldu. Ancak asıl kültür yozlaşması milenyumla başladı. Bilgisayarlar ve cep telefonları küçükten büyüğe herkesi büyüledi. Chatleşme ile başlayan serüven iyice bireyselleşerek akıllı telefonlar ve tablet bilgisayarlarla zirveye ulaştı. Bir yaş üstü bebeklerden, altmış yaş üstü yetişkinlere kadar parmaklar ekranlarda kaymaya başladı. Bilhassa torun bakması gereken ninelerin bir çoğu gözlüklerini burnunun ucuna indirerek, sanal alemde boy göstermekte. O kadar ki, insanlar yanı başında olup bitenlere karşı duyarsızlaştı, anlamsızlaştı. Ben ve eğlence merkezli bakış açısıyla, sanal oyunlarla insanlar sosyal hayattan soyutlaşmaya başladı. Özellikle gençlerde merhamet ve acıma duyguları körelme eğilimine girdi.
2000’lerin başından itibaren baş döndüren bir hızla gelişen ve değişen teknoloji karşısında insanlar adeta esir oldular. Gelir durumuna bakılmaksızın herkesin elinde en pahalısından birer cep telefonu mevcut. Öyle ki, yer yer bağımlılık yaratan bu teknoloji aynı zamanda bir iletişim aracı olmaktan öte pahalı birer oyuncak kutusudur da. Maziye dair ne varsa alıp götüren bu teknoloji çılgınlığı küçükten büyüğe herkesi büyülemiş ve adeta bireyleri köklerinden koparmak için sündürmektedir. Yüzlerce ve binlerce yılda oluşan kültürel değerler birer birer hafızalardan silinmekte, yok olmakta. Sosyal medya olarak nitelenen sayfalar üzerinden kurulan iletişimin yoğunluğu insanı metalaştırarak, kendi içine kapatmakta. Bu da önce topluma, sonra kendine karşı bir yabancılaşmayı beraberinde taşımaktadır.
İşte bu ahval içinde bireyler teknolojik aletlere sahip olmak ve onları kullanmak adına on parmağında on marifet becerisine sahip olsalar da, toplumdan ve toplumsal değerlerden uzaklaştıkça teknolojinin de kölesi olmaktadır. Bu da kendinden, ailesinden, tolumdan ve nihayet dünyadan bihaber kuşakların yetişmesine yol açacaktır. Bunun için teknolojinin kölesi olmadan teknolojiyi yerinde ve zamanında kullanan, en önemlisi de teknoloji üreten bir toplum olmak adına herkese ödev ve sorumluluklar düşmektedir.
Oyuncakların oyuncağı olmamak dileğiyle…